
Çakal Mustafa
Bokluderenin gariban çocuklarından biri de rahmetli Çakal Mustafa’ydı…
Daha önceki yazılarımın birinde de sözünü ettiğim Sürmeneli Çökelekçi Seyit’in ortanca oğlu olan Çakal Mustafa, küçük yaşta annesini kaybettiği için hem garip, hem öksüzdü de… Pek mütenasip olmasa da ailesinden çakallar diye söz edildiğinden o da ismiyle değil lakabı çakal ile anılır, çakal diye çağrılırdı. Zaten bu anlayış, bokludere çocuklarının çoğu için de geçerliydi. Örneğin:
Hayrettin ya da Metin desen kimse, kimden söz edildiğini anlamazdı ama lakabı olan Lıgıcı denildiğinde, herkes onun Hayrettin Metin olduğunu anlardı.
Sivri denildiğinde bunun Yusuf Postacı; Bobilak denildiğinde ise Yusuf Savaşkan olduğu anlaşılırdı. Çivi denildiğinde ise Orhan Gümüş gelirdi akıllara. Ayama denilen lakaplar büyük, küçük herkesin asıl isimlerinden önde olurdu, Abdullah denildiğinde hangi Abdullah’tan söz edildiği anlamazdınız ama Puro denildiğinde, bunun Abdullah Aydın olduğunu bilirdiniz.
Kimseye zararı olmayan, herkesin sempati duyduğu Çakal Mustafa’nın İlkokul öğrenimini tamamlayıp tamamlamadığını bilemiyorum. Bildiğim, onun orta öğretime hiç devam etmediği idi.
Dızlık İsmail’le komşu ve yaşıt olduklarından mahalle arkadaşlıkları vardı haliyle… Ancak İsmail kurnaz, Çakal ise lakabının aksine biraz safça idi. Her ikisinin ortak kaderi, çocuk yaşta harçlıklarını babalarında almak yerine çalışarak elde etmeleriydi.
İsmail topa da meraklıydı. Bokluderenin karşı kıyısında olan mahallelerinde kendinden bir iki yaş küçük çocuklarla bir mahalle takımı kurmuş, adını da Karşıyaka koymuştu… Herhalde İzmir’in ünlü takımı Karşıyaka’ya esinlenmişlerdi. Rahmetli Zafer Gönül, rahmetli Cemal Taştemel, Puro Abdullah (Aydın), Necati Öztürk ile yaşıtlarından Oduncu lakaplı rahmetli Yurdal Şensoy gibi çocuklar takımının oyuncuları arasındaydı.
Karşıda bizim taraftaki mahalle takımlarıyla sık sık mahalle maçları yapan İsmail’in Karşıyaka adlı takım, Ömer Dağaşan’ın Kardeşspor takımına karşı hiç galip gelemezdi… İsmail, para kazanan bir çocuk olduğundan diğer çocuklara göre paralı biriydi de… Parası olduğundan Kardeşspor’un golcüsü Murat Atacan’ı 5 liraya kendi takımına transfer etmek istemişti bir ara… Biz çocuklar için 5 lira yüklü miktarda bir paraydı da… Yıllar sonra Orduspor’un profesyonel yıldız futbolcusu olan Murat Atacan, ilk transfer teklifini, ta çocukluk yıllarında Dızlık İsmail’den almıştı ama bu transfere olumlu bakmamıştı…
Çakal Mustafa, o da topa meraklıydı ama pek yetenekli biri değildi… Onun merakı daha çok, filmlerde gördüğü İstanbul’du… Onun için İstanbul’a gitmek, hac için Mekke’ye gitmek gibi kendisine farz kılınmış ulvi bir görevdi sanki…
İstanbul’a gitmenin tek yolu ise, yolcu gemilerinin birinde kaçak yolcu olmaktı… Ne iş olsa yapmayı göze alan Çakal Mustafa, yaz aylarında gemiyle kaçak geldiği İstanbul’da plajlarında birinde karın tokluğuna da olsa getir götür hizmetleri yaparak bir müddet yaşamını sürdürür, sonra tekrar Ordu’ya dönerdi…
Ordu’ya geldiğinde İstanbul’daki yaşamın güzelliklerini, arkadaşlarına öve öve anlatmakla bitiremezdi… Onun İstanbul macerasını dinleyenlerden biri de, kentin ensesi kalın eli sıkı tefecilerinden birinin yeni yetme oğludur.
Çakal, çalıştığı plaja gelen güzel kadınların, oradaki erkeklerden hiç çekinmeksizin bikini mayolarıyla denizde yüzdüklerini anlatınca oğlan, İstanbul’u, içinde hurilerin dolaştığı bir cennetmiş gibi hayal eder… Çünkü o zamanlar Ordu’da kadınlar denize gece entari ile girerlerdi. Az da olsa gündüz mayo ile girenler de vardı ama onlar da başka erkeklerin olduğu ortamda girmezlerdi denize…
Hele bir de Çakal, plaja gelen kadınlardan bazılarının isteklerine üzerine sırtına güneş kreminin bizzat kendisinin sürdüğünü de anlatınca, uşağın aklını hepten başından alır… Nasıl, ne yapsam da ben de İstanbul’a bir gidebilsem diye hayaller kurup aklınca planlar yapmaya başlar.
Bir zaman sonra artık dayanamaz, tefeci babasının yastık altına sakladığı paralardan yüklü bir miktarını gizlice kaptığı gibi bir çantaya koyar ve soluk soluğa kendisine rehberlik edeceğini planladığı Çakal’a gelir. Reis bizi Afrin’e götür diyenler gibi o da, “ Çakal beni İstanbul’a götür” der heyecanla…
Çakal da zaten o aralar İstanbul’a gitmeyi planlamaktadır. Beklediği imkan ayağına gelmiştir. Artık paraları da vardır, gemiyle kaçak gitmeye de gerek yoktur. Hemen, o zaman şimdiki vali konağının yanındaki otogara gelirleler ama Ordu’dan direkt Orduluların yoğun olduğu İstanbul Feriköy’e giden Kalafat Turizm bir saat önce kalkmıştır. Ama olsun, simsar Oflu İsmail Trabzon’dan gelen İstanbul otobüslerinden birine bunları bindiriverir.
Ver elini İstanbul… Paraysa para, bundan yana dert yok nasılsa… İstanbul’da o kadar parayı nasıl harcadıkları pek bilen olmasa da yine de Beyoğlu’ndaki İstiklal Caddesinde başlarında birer afili fötr şapka ve takım elbiseleriyle tur attıklarını görenler vardı o zamanlar…
Belli zaman sonra geçen günlerle birlikte para da suyunu çekince Ordu’ya avdet zorunda kalmışlardır. Ancak bu defa karadan değil, deniz yoluyla kaçak olarak gemiyle…
1960’lı yıllarda Yüksek Öğrenimdeki biz Ordulu öğrencilerin pek çoğu Başkent Ankara’da Anafartalar Işık Caddesindeki bir İş hanının 4. Katında, dernekçe kiralanan Ordu Talebe Yurdunda kalırken, Ankara’da ikamet eden hemşerilerimizden bazıları bizleri ziyarete, caddedeki Dayı denilen Acem Demir’in kahvehanesine gelirdi.
Bir gün baktık ki bizim Çakal Mustafa’da oraya gelmemiş mi ? Ankara’da semt pazarların kurulduğu günlerde pazarda su satmaktaymış. O zamanlar pet şişeler henüz olmadığından tenekeden yapılmış özel su kabında bardağa doldurup satarmış suyu… Altındağ’da kiraladığı köhne gecekonduda kalmaktaymış.
O sıralar öğrenci olayları had safhaya çıkmış yurtlar, karşılıklı tarafların karargahı haline gelmişti. Bu nedenle aileleri öğrencilerin yurtlarda barınmalarını sakıncalı buluyorlardı. Bu nedenle, her ne kadar bizim yurtta böyle bir durum söz konusu olmasa da bu yüzden epey boş yatak vardı. Yurt kirasını ödemekte zorluk çekiliyordu. Onun için Ankara’daki öğrenci olmayan bazı bekar siviller de yurtta kalmaktaydılar. O zaman gariban Çakal Mustafa da ne diye kimi kimseye tanımadığı bir yerdeki gecekonduda kalsındı ki ?
Yanlış hatırlamıyorsan o zamanki Yurt Müdürümüz de Osman Turgay arkadaşımızdı… O da uygun gürünce Çakal’a da sivillerin kaldığı iç odalardan birinde bir yatak tahsis edildi.
Gündüzleri pazarlarda su satan Çakal, pazarcılara kendisini hayli sevdirmiş olmalı ki, akşam yurda, onların ikramı olan meyve ve çiğ yenilebilecek salatalık, marul gibi sebzelerle döner, onları öğrencilerle paylaşırdı da…
Çakal, su satışında biraz epeyce bir para biriktirmiş olmalı ki, bir gün baktık ki parmağında bir altın yüzük ama eni nerdeyse, üç parmağını birden kaplıyor. Çok meraklıyım ben yüzüğe diyordu. Sonradan anladık ki altın yüzük, Çakalın bir nevi sigortasıymış… Para tükendiğinde yüzüğü paraya çevirir memlekete dönmek için yol parası da yaparmış…
Sonraki yıllarda özel el arabası ile Ordu’da simit satan Çakal Mustafa’nın ne zaman vefat ettiğini duymadım.
Garip gelmişti dünyaya garip gitmişti Çakal Mustafa !
Mekanı cennet olsun !...
Resim 4: Ordu Talebe Yurdu Öğrencileri bir Pazar günü kendilerine ziyarete gelen
Ankara'daki Ordulu hemşehrileriyle, Işıklar Caddesindeki Dayının kahvesinin bahçesine bir aradalar.
Yorum Yazın