PİCENGÜ

Meşhur bir söz vardır: Enişte ile şoförün işine karışılmaz. Aynen katılıyorum. Henüz eniştem yok. Orhan Abi şahidimdir, şoförün işine de karışmam zaten. Lakin bu kez bir şeylere karışacağım galiba. Şakir Şakir nereye kadar. Öyle değil mi?

Yine merak uyandırıcı bir başlıkla ilginizi çekmeye çalıştım. Yazıyı okumamak için hemen internette picengü’nün anlamını bakmaya uğraşmayın. Türk mitoloji sözlüğüne de baksanız, Eski Türkçe sözlüğüne de baksanız faydasız. Ancak bunu bir ben, bir de 50 yaş üstü kıymetli hemşerilerim bilebilir. Ben de zaten yeni öğrendim.

Eskiler hep anlatır. Analar, teyzeler, nineler özellikle. Evler kalabalık. Kaynana, Kaynata, oğlanlar, gelinler ve mantar gibi biten torunlar. Bir sofra kurulur sabahları. En az 25 yumurta kuzinenin üstünde isli paslı bir demliğin içinde. Yanı başında kocaman bir demlik çay da cabası. Kuzinenin içinden çıkan çörek de atıldı mı sofranın başköşesine, kaynanaya onu yağlamak düşer sadece. Futboldaki başlama vuruşu misali; kaynatanın bir hamlesiyle başlayan yemekte, eksik olan tek şey yeni gelinlerdir. Çünkü onların ne haddine sofraya oturmak. Yalın ayakla fır fır dönerler evin çatırdayan döşemesinin üstünde. Arkasından yeni bir gelin daha gelmeden haneye, o hep yeni gelin diye kalır öyle. “Yeni gelin aşağı, yeni gelin yukarı.” Tam bir şehzade eğitiminden geçer yeni gelin. En ufak bir öğreti bile atlanmadan. Kaynanaların kılıç misali keskin dillerinde, en yetenekliler bile “Hiç mi bir şey öğrenmedin babanın evinde?” diye iki de bir eziklenir. Ta ki yeni bir gelin gelene kadar haneye. Vay o yeni gelinin haline. Artık onun iki kaynanası vardır. Biri gerçek kaynana diğeri mevcut gelin. Evde kaç gelin olsa da yapılan tüm yemeklerin son onay merci kaynananın o mübarek iki dudağının arasıdır. Ocakta saatlerce kaynayan Helle’nin içine tahta kepçeyi şöyle bir daldırır. O ara gelinler kaynananın gözündeki olumlu ya da olumsuz tepkiye kilitlenir. Genelde bu tepki çok nadir olumlu olarak seyrederken, çoğu zaman şüpheci bir tavırla sonuçlanır. Kaynana Helle’yi ağzına atar, gelinler pür dikkat kaynananın iki dudağı arasındaki son sözdedir. O dudaklardan en iyi çıkan söz, taş çatlasa, “Eh işte!”dir. Taş da durup dururken çatlamayacağına göre…

Gelelim işin en ilginç kısmına. Sabah ezanıyla ahıra koşan, ahırı karış karış temizleyen, hayvanları yediren, içiren ve kova kova sütü sağan gelin asla ve kat’a yoğurdu mayalayamaz. Becerebilse de mayalamamalıdır. Yoğurt mayalamak bir liyakat işidir. Liyakat ki, o devirlerde kaide-i mühimmedir. Velev ki yeni gelin mayaladı o yoğurdu. İşte o zaman, o yoğurdun adı, Picengü’dür. Ahretlikler bir araya geldi mi kuşluk vaktinde: “Bir picengü olsa yeter, sofraya hacet yok.” derler. O picengü olur kocaman bir sofra, o kuşluk olur kerahat. Gelene sofra, gidene sofra. Hastaya sofra, ölene sofra. Yeni gelinin işi ne; uçana sofra, kaçana sofra. Eee bizim Aybastı’nın halleri bu. Neme lazım. Her şey değişir. Bu sofra olayı değişmez zannımca. Gel zaman git zaman bizim picengü türer de türer. İş yapmaya çalışırken mahvedilen, eline yüzüne bulaştırılan işlerden ortaya çıkan sonuçlara da picengü denir. Eylemi ise “picengü olmak, picengü etmek” gibi yayılır gider.

Gelelim meseleye. Cahit Sıtkı’nın da dediği gibi:“Memleket isterim./Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun./Olursa bir şikâyet ölümden olsun. Şikâyetin hangi birini sayayım size. İlle de Liyakat, liyakat, liyakat..

Amcamın oğlu, teyzemin kızı; bizim parti, bizim dava; bizim dernek, bizim sendika; bizim cemaat, bizim mezhep….Sonuç koskoca bir 15 Temmuz. Bu “liyakat, liyakat, liyakat” üçlemesi de bana ait değil ha. Açın 16 Temmuz CNN Türk Yayınlarını bizzat hemşerimiz, sayın başbakan yardımcımız, Numan Kurtulmuş’un canlı yayındaki tarihe geçen muhteşem sözleridir.

Mekke fethedilir. Kabe’ye kadar dayanılır. Bir sorun vardır. Kabe’nin anahtarından sorumlu müşrik, tüm Müslümanlara kafa tutarak anahtarı vermemektedir. Ölümüne mücadele eder. Sonunda anahtar kendisinden güçlükle alınıp, Efendimize (s.a.v.) teslim edilir. Efendimiz(s.a.v.), “İşin ehli sensin. Bunu bugün kocaman bir orduya tek başına kafa tutarak kanıtladın” der. Müşrikin liyakatı, canı pahasına koruduğu anahtarı geri almasıyla sonuçlanır. Sonra da Müslüman olup işini ehliyle yapmaya devam eder. O olayın üstüne şu ayet iner: Allah size emanetleri muhakkak ehline vermenizi emreder. (Nisa 4/58)

Peki hicret esnasında Müslümanlara kılavuzluk edenin de bir müşrik olduğunu biliyor musunuz? Ona, o görevi bizzat veren Efendimizin(s.a.v.) tek gerekçesi ise yine o kişide bulunan liyakttır. “Ümmetim ümmetim!” diye ağlayan efendimizin(s.a.v.) şu hadisi şiarımız olmalıdır: İş, ehli olmayan kişilere verilirse, kıyameti bekle. Kıyametin kopması çok yakındır.

Sahi insanlar açık kalp ameliyatı olurken doktorun partisine, sendikasına, mezhebine, zümresine bakmazlar da o doktor başhekim olurken bu kriterlerine bakarlar? Arif olanı hedef aldığım yazımda fazla örneğe gerek de yok.

Her şey ortadayken, yeni bir 15 Temmuz daha yaşanmadan, İlçemiz picengü olmadan, vatanımız için, milletimiz için, liyakat, liyakat, liyakat demeye var mısınız?

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Metin Savaş Güleç - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.