ESKİ ULAŞTIRMA BAKANI HASAN FERDA GÜLEY’IN HAYAT HİKÂYESİ…

Bir solukta okuyup bitirdiğim kitabın ismi “Kendini Yaşamak” Cem Yayınları tarafından ilk baskısı 1990 yılında yapılan kitabın yazarı, ilginç bir siyasi kimlik olduğu kadar renkli bir kişilik: Hasan Ferda Güley’i sizlere aktarmak istiyorum… Öncelikle yazı dizimizdeki görsel fotoğrafları bana aile arşivinden çıkartıp yollayan Ferda Beyin kıymetli yeğeni Ufuk Güley beye huzurunuzda şükranlarımı sunuyorum. Duyarlı ve çağdaş niteliklere sahip bir politikacı olan Ferda Güley; içinde yaşadığı Türkiye politikasının özellikle 1950’lerde 1980’lere kadar ki yakın tanıklığını yaptığı dönemi mezkûr kitabında yazmıştır. Ozan kişiliğini de kitabında su yüzüne çıkaran Güley hatıralarını sevecen, içten bir dille, yer yer ironik bir anlatımla ve bir roman biçiminde kaleme aldığı görülmektedir. Güley’in kitabın birçok bölümünde Aybastı’da geçen çocukluluk anılarını paylaşmıştır. 1953 ‘de ilk siyasete atılmak için geldiği Ordu’da yaşadığı ilginç politik hatıralarını da tüm detayıyla bu eserde toplamış bulunmaktadır.

SIRA DIŞI BİR SİYASETÇİ

Ferda Güley sıradan bir siyasetçi değildir. Geçmişinde 20 yıl CHP milletvekilliği ve 1974’de kurulan kabinede Ulaştırma Bakanlığı yapmış bir politik aktördür... Ferda Güley, aslen Aybastı’lı olan Bursa Valisi Ali Osman Bey ile Düzceli Çerkez bir annenin oğlu olarak 1915 yılında Bursa’da dünyaya gelmiştir. Ferda Güley’in babası Ali Osman Güley 1894 yılının Ağustos ayında, 26 yaşındayken, Mülkiyenin (Siyasal Bilgiler Fakültesi ) yüksek kısmından, pekiyi dereceyle mezun olmuş, Sivas, Havza, Erbaa, Develi, İskeçe, Antep ve Kastamonu gibi farklı merkezlerde kaymakamlık yapmıştı. 22 Eylül 1908’de Bolu Mutasarrıf'ı olan Ali Osman Bey 16 Ağustos 1909’ da Drama’ya 20 Şubat 1910'da Debre Sancağı Mutasarrıflığına getirilmişti.

Şubat 1912'de yapılan meclis seçimlerini, hemen her yerde İttihat Terakki Cemiyetinin adayları kazanmıştı. Adaylardan biri de Trabzon’dan İTC milletvekili adayı gösterilen Ali Osman Bey’di. Seçimlerin sonucunda Ali Osman Bey 2. Meclis-i Mebusan’da milletvekili oldu. 29 Ekim 1912 kurulan Kıbrıslı Kamil Paşa hükümeti, Şubat 1912 seçimini iptal ederek meclisi feshetmesiyle Ali Osman Bey’in milletvekilliği de çok kısa sürede sona ermişti. Sadrazam Sait Halim Paşa'nın başkanlığında kurulan hükümette, Ali Osman Bey, 13 Temmuz 1913'de 6000 krş. Maaşla önce Bolu Sancağı Mutasarrıflığına, 7 Nisan 1915'de 10000 krş. Maaşla merkezi Bursa olan Hüdavendigar Valiliğine döneminin en genç valisi olarak atanmıştı. Bursa’da Hüdavendigar Valisi olarak 5,5 ay görev yapmış olan ve bu kısa süre içinde Bursa'ya Uludağ'dan içme suyu kurdurmuş, Çekirge'de büyük bir park açtırmıştır. İstanbul gazetelerinde Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) olacağı haberlerinin çıktığı günlerde 21 Eylül 1915 günü Ali Osman Bey ani bir biçimde Bakanlık emriyle görevden alınıp azledilmiştir. İttihat ve Terakki iktidarının en genç ve en güçlü Valisi Ali Osman Bey artık yoktur. Çok sonraki yıllar bu azil olayını Ali Osman Bey aile bireylerine şöyle anlatmıştır: «Hükümet Ermenilerin Bursa'dan tehciri (göç ettirilmesi) işinde benim izlediğim yumuşak yöntemi beğenmiyordu. Ben tehcir edilecek Ermenilerin ellerindeki taşınır taşınmaz mallarını satabilmelerini, olduğunca, az zarar görmelerini doğru buluyor ve bu amaca uygun bir program uyguluyordum. Bab-ı ali bir kaç kez telgrafla bu tutumumu beğenmediğini sezdirmişti.

21 Eylül 1915 günü akşamı konağa gelen Posta ve Telgraf Müdürü, Sadrazam Talat Paşanın makina başında beni beklediğini haber verdi. Bu iş için arandığımı anladım, hemen giyinip müdürle postaneye gittim çok kaygılı idim. Telgraf odasında müdür aracılığıyla Talat Paşa ile aramda karşılıklı görüşmeler başladı. Tehcir işindeki tutumumu giderek artan bir kızgınlıkla eleştiriyordu. Ben daima olduğu gibi Sadrazama karşı saygı ölçülerimi koruyor Telgraf Müdürünün sıkılarak yazdığı Talat Paşaya ait sözlere temkinli, ölçülü, saygılı yanıtlar veriyordum.

Fakat bir an geldi ki Telgraf Müdürü, Talat Paşanın kendisine söylediği sözü kâğıt üzerine geçiremez hale geldi. Alnından boncuk gibi terler damlıyor ve eli bir türlü Talat Paşadan duyduğu sözü kâğıda geçiremiyordu. Ben müdüre «yazınız, ne söyleniyorsa aynen yazınız» dedim. Ve müdür manüplenin söylediklerini yazdı: «Ermenilerden bir çıkarınız mı var?» Bu sözler kanımı dondurdu, sendeledim ve hemen müdüre yazınız dedim:

«Sadrazam Paşa hazretleri, bana yapılabilecek en büyük hakaret budur kabul etmem» Telgraf müdürünün çok büyük bir üzüntü ve esefle söylediğim bu sözleri karşı tarafa geçirmesinden sonra durmayacak hemen telgrafhaneden ayrılacaktım. Fakat manüple hemen çalıştı ve telgraf müdürü işittiği sözü kâğıda geçirmektense ölmeyi göze alacak kadar perişan bir hale girdi, yüzü sapsarı idi, elleri ve dudakları titriyordu. Saygılı ve korkmuş bir şekilde bana, bakarak «bu sözü yazamam, nasıl yazabilirim?» dedi ağlamaklı bir sesle. Ben kendisine «yazınız, ne söylediyse aynen yazınız müdür bey» diye emir verince önündeki kâğıda yazdı:

«Eşşek!» Artık hayatımda bana daima engel olmuş olan ölçü ve saygıdan eser kalmamıştı. Telgraf müdürüne emir verdim: “Yazınız: Sensin Eşşek…” Telgraf memuru ezile büzüle, korkudan tir titreyerek benim söylediklerimi karşı tarafa geçirirken hızla yürüyüp telgrafhaneden çıktım ve faytonuma binerek eve döndüm. Ev halkı kaygı ve kuşku içinde beni bekliyorlardı. Onlara «Hanımlar yarın bu konağı boşaltmaya hazır olun» dedim. Gerçekten de o gecenin sabahı, daha gün ışımadan Valilikten azledildiğimi bildiren telgraf geldi. Sonraki günler gördüm ki benimle beraber ayni nedene bağlı olarak biri ünlü tarihçi ve sözlük yazarı Ali Seydi Bey olmak üzere 4 Vali daha azledilmiştir.»

Evet, o saltanatlı yaşam bir gecede altın yaldızlı bir kubbe gibi iki hanımlı, iki kayınvalideli, doğmuş doğacak bol çocuklu, bol uşak ve hizmetçili Ali Osman Bey ailesinin n üstüne yıkılmıştır. Valilik konağı Bursa'da set başından aşağı doğru akan dere boyu üzerinde daha önce Fransız Konsolosluğu olarak kullanılan bu büyük bina (Cumhuriyet dönemindeki yıllarda tekel deposu olarak kullanılmıştı.) olabildiğince süratle boşaltılır.

Ali Osman Bey Çerkez hanımı, annesini ve ikizleri sütanneyle acele Bilecik'e gönderir. Bu göç orada ayrı ev tutuluncaya kadar sütannenin küçük evinde oturacaktır. Üsküdarlı hanımı ve o gruba ait göçü Ali Osman Bey İstanbul’a getirir ve ayrı bir ev tutuluncaya değin onlar da Üsküdarlı hanımın baba evine yerleştirilir. Ali Osman beye ilk dört ay Talat Paşayla o hakaretli konuşma nedeniyle olacak, azledilme maaşı bağlanmaz, fakat sonra, yine Talât Paşanın yardımıyla Valiyken eline geçen 1000 kuruşun 1/4 ile (250 kuruş ile) kendisine mazullyet (azledilme) aylığı bağlanır.

Bu kadar küçülmüş bir parasal olanakla Bilecik'teki ve İstanbul’daki iki kalabalık evin maişet motorları dönebilir mi? Ticaretin abc’sini bile bilmeyen ve elinde en küçük ölçüde sermaye yapacak hazır parası bulunmayan Ali Osman Beye Samsun tüccarlarından yakın dostu Nemlizade Mehmet Bey yardım eli uzatır, ona Rusya'dan Samsun'a bir vapur yükü şeker getirtir ve kendi depolarında depolar. Bazen Mehmet beyden telgraf gelirmiş Ali Osman beye “Şeker fiyatları şu kadar kuruş yükseldi. Senin malı satayım mı?” Ali Osman Bey şeker piyasasını ve borsasını bildiğinden değil, daha fazla beklersem daha fazla kazanırım umuduyla “Hayır satmayınız bekleyelim» diye yanıtlarmış. Sermayesi Nemlizade Mehmet beye ait şeker işinde epey para kazanmış.

Bu arada Bilecik’e de gelip gidiyor, orada açtığı evinin de aile başkanlığını yapıyormuş. Ali Osman Bey bir süre sonra Ferda Güley’in öz annesi olan Çerkez hanımın göçünü de İstanbul’a getirir, Heybeli Adada tuttuğu bir evde iki hanımını aynı evde birleştirir. Bursa'daki Vali konağı gibi bu ev de artık ağzına kadar kalabalıktır.

Ali Osman Bey İstanbul’un itilâf devletleri tarafından işgalinden sonra 4 yıl önceki Ermeni göç ettirme işiyle ilgili olarak Bursa Sıkıyönetim mahkemesince tutuklanıp Bekir Ağa bölüğüne konulur. Kendisiyle birlikte daha birçok Vali, Kaymakam, Devlet Büyükleri ve ünlü gazeteci ve yazarlar tutuklu olarak oradadır. Ali Osman Bey ünlü yazar, gazeteci ve siyaset adamı Hüseyin Cahit beyle Bekir Ağa bölüğünde tanışır. İki ay süren muhakeme sonunda serbest bırakılır.

Fakat bu sefer Osmanlı Hükümetinin bir çok ileri gelenlerini İngilizler tutuklamaya başlayınca Ali Osman Bey Çerkez hanımı iki oğluyla kayınbiraderlerinden birinin yanına katıp Düzce'ye gönderir ve Üsküdar'lı hanımı da bir oğlu ve 2 kızı ile İstanbul'da bırakarak 1920 Nisan'ında Anadolu'ya kaçar ve ne yazık ki Ankara'ya değil, doğum yeri ve memleketi olan Ordu ilinin Aybastı bucağına gider.

Kendisi bu hususu Ankara'da İçişleri Bakanlığına gönderdiği 1 Ocak 1921 tarihli dilekçesinde: «O günlerde Ahvali Sıhıyyem ve Maliyem Ankara'ya gitmeye müsait değildi. O yüzden 20 yıldan beri sahipsiz kalan Ordu Aybastı’daki baba yurdumu onarıp bir kısmı İstanbul'da ve bir kısmı Düzce'de kalan aile halkımı orada toplamadan önce geçim durumunu hazırlamak» nedenine bağlamaktadır.

Burada küçük bir parantez açmak gerekir. Çocukluk döneminde annesinin memleketi olan Düzce’ye okumaya gelen Ferda Güley’in burada hayatının en önemli kırılma anlarına karşılık gelen elem dolu hatıralar yaşayacaktır. Ferda Güley, Düzce’de çocuk iken yaşadığı o acı dolu günleri kitapta anlatmaya şöyle başlıyor:

“Uzun boylu, geniş omuzlu bir adam… Kolları arkasında bağlı… Ayaklarında ayakkabı yok. Çorapları üstünde yürüyor, boyunlarında meşin çantalar ve çapraz tüfekler asılmış pos bıyıklı iki adam arasında. Bir büyük ağaç… Ağacın altında bir tahta masa, masanın üstünde bir tahta sandalye... Sandalyeye doğru yukarıdaki dalların arasından kalın bir ip sallanıyor. Ucu halka haline getirilmiş, ilmikli bir ip. Ayakkabısız, kolları arkasına bağlı iri adamı iki yanındaki yürüyen adamlar bu ağacın altına getiriyorlar. Önce masanın sonra sandalyenin üstüne çıkarıyor, sonra sarkan ipin halkasını boynuna geçiriyorlar. Uzun boylu, geniş omuzlu adam donuk, korkusuz gözlerle bakıyor etrafına.

Ve sonra boyunlarında meşin çantalar ve çapraz tüfekler asılı o pos bıyıklı adamlar masayı sert bir davranışla çekiyorlar, sandalye yere yuvarlanıyor ve uzun boylu, geniş omuzlu kolları arasında bağlı adam boşluğa düşüyor… hırıltılar… hırıltılar… Adamlardan biri çantasından çıkardığı büyük bir kâğıdı ağacın gövdesine yapıştırıyor ve geldikleri tarafa doğru yürüyüp uzaklaşıyorlar, büyük, beyaz badanalı bir binaya doğru. Bu binanın üst katında açık, geniş bir pencere… Pencerede kolunu pervaza dayamış bir adam. Bu adam ağaçta, ipin ucunda dönerek sallanan iri adamı seyrediyor keyifli, acımasız bakışlarla…”

Bu dramatik olayın geçtiği yer Düzce’dir. Tarih 27 Mayıs 1920’dir. Asılan adam ise Çerkezlerin ‘prens’ dedikleri Düzce ayaklanmalarının başını çeken Sefer Berzeg Beydir. Darağacında “hırıltılarla” can vermekte olan Sefer Bey’i büyük bir keyifle ve acımasız bakışlarla seyreden adam ise Çerkez Ethem’dir…

Pek tabiidir ki, küçük Ferda’nın Düzce’de dayılarına ait olan ekmek fırından eve dönerken gördüğü bu manzara hafızasında silinmez bir iz bırakacaktır. Kendi deyişiyle söylersek, “Belleğimin en arka tarafındaki anı bu... Dörtbuçuk-beş yaşındaydım. Bu dramatik tabloyu olduğu gibi anımsıyorum”… Kaderin cilvesine bakın ki aynı Ferda Güley, parlamenterlik yaptığı yıllarda Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ların idamına ret oyu veren 48 milletvekilinden biri olacaktır. Gelin görün ki, dört idama da seyirci kalmaktan başka elinden bir şey gelmeyecektir…

Daha ortaokul yıllarında şiir yazmaya başlayan Ferda Güley, serbest ölçünün yanında aruz ve hece ölçülerini de kullanmıştır. Dönemin önemli eleştirmenleri olan Nurullah Ataç ve Hüseyin Cahit Yalçın’dan olumlu eleştiriler alan şiirlerini “Yolculuk” adıyla kitap hâline getirmiştir.

Ferda Güley’in babası Bursa Valisi Ali Osman Bey İstanbul'un itilâf devletleri tarafından işgalinden sonra 4 yıl önceki Ermeni göç ettirme işiyle ilgili olarak Bursa Sıkıyönetim mahkemesince tutuklanıp Bekir Ağa bölüğüne konulur. Kendisiyle birlikte daha birçok Vali, Kaymakam, Devlet Büyükleri ve ünlü gazeteci ve yazarlar tutuklu olarak oradadır. Ali Osman Bey ünlü yazar, gazeteci ve siyaset adamı Hüseyin Cahit beyle Bekir Ağa bölüğünde tanışır. İki ay süren muhakeme sonunda serbest bırakılır. Fakat bu sefer Osmanlı Hükümetinin bir çok ileri gelenlerini İngilizler tutuklamaya başlayınca Ali Osman Bey Çerkez hanımı iki oğluyla kayınbiraderlerinden birinin yanma katıp Düzce'ye gönderir ve Üsküdar'lı hanımı da bir oğlu ve 2 kızı ile İstanbul'da bırakarak 1920 Nisan'ında Anadolu'ya kaçar ve ne yazık ki Ankara'ya değil, doğum yeri ve memleketi olan Ordu ilinin Aybastı bucağına gider. Kendisi bu hususu Ankara'da İçişleri Bakanlığına gönderdiği 1 Ocak 1921 tarihli dilekçesinde: “O günlerde Ahvali Sıhhiyem ve Maliyem Ankara'ya gitmeye müsait olmadığından 20 yıldan beri sahipsiz kalan baba yurdumu onarıp bir kısmı İstanbul'da ve bir kısmı Düzce'de kalan aile halkını orada toplamadan önce geçim durumunu hazırlamak” nedenine bağlamaktadır. (devam edecek)

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar H. Naim Güney - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.