MÜSTAFİ BİNBAŞI FERDA GÜLEY HAKKINDA “DELİ RAPORU” VAR DİYE İDDİALARDA OLMUŞTU.
Fakat bir gün önemli bir değişiklik oldu; DP'li yerel gazetede büyük puntolarla şu manşet verildi: «Raporunu yayımlayalım mı Ferda bey?». İşte o zaman DP'lilerin bu delilik suçlamasını niçin ortaya attıklarını anladı. Siyasete ve CHP'ye girmeye karar verince parası yoktu; ordudaki 19 yıllık hizmetinin karşılığı olan 300 lira emekli aylığını alabilmek nedeniyle emekli olmaya çalışmak zorunda kalmıştı. Ankara'ya giderek Atıf Topaloğlu'nun ve Kumru'lu röntgen uzmanı Tabip Binbaşı Fadıl Erim'in yardımlarıyla yatırıldığı askerî hastaneden, yine onların yardımlarıyla ve sonunda muayene koşulu ile dört aylık bir rapor almıştı. Kendisine bu süre sonundaki muayenesinde kesin işlem göreceği ve sağlık nedenine bağlı olarak emekli edileceği söz verilmiş iken 4 ay daha istirahat raporu verileceği söylenince 1954 yoklamalarına yetişemeyeceği için bu girişiminden vazgeçmişti.
Aldığı raporun (teşhis) hanesinde kırmızı mürekkeple şu yazı yardı: «Hypermotive zemin üzerinde depression psychic». Bu raporu bilen iki kişiden biri yoklama kazanıp o seçimde DP adayı olan ve kürsülere çıkıp konuştuğu görülmeyen Binbaşı Fazıl Erim idi. Kuzey Kafkasya kökenli öğretim görevlisi, politikacı Fazıl Erim Tıp öğrenimi görmüş ve radyoloji ihtisası yapmıştı. Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde öğretim görevlisi olarak çalışan Erim 10. Dönemde Ordu DP Milletvekili olmuştu. Fazıl Erim partisine çalışarak yapamadığı yardımı bu yoldan yapmayı düşünmüş ve uydurma da olsa o kadar başlarına belâ olan bu binbaşının 4-5 ay önce böyle bir rapor aldığını partidaşlarına söyleyerek «siz Kore, Kunuri, savaştan kaçma saçmalarını bırakın da onun «deli» olduğunu söyleyin» demişti. Kendisi de başhekimi arkadaşı olan o askerî hastaneden verilen raporun bir kopyasını sağlamanın peşine düşmüştü. Yerel gazetenin yayını bu kopyanın artık ele geçirildiğini gösteriyordu.
Deli binbaşı yanıt vermedi, beklemeyi yeğledi. Yerel gazete kentte bir bomba gibi patlatılmış olan bu manşet sorusuna yanıt alamayınca ertesi günlerde eline getirdiği rapor kopyasının (teşhis) bölümündeki kırmızı yazının sonuna koyduğu = (eşit) işareti önüne şu bilimsel karşılığı yazarak yayınladı: «Zır Deli».
Müstafi binbaşı bu yayınlardan sonra hitap ettiği ilk açık-hava konuşmasında, her vakitten daha kalabalık olarak alanı dolduran halka durumu olduğu gibi anlatmıştı ve konuşmasını yine çizmesinin topuklarını kürsünün üstüne bastığı tahta tabanına vurarak şöyle bitirmişti: «Evet ben deliyim. Ama paranın-pulun değil, makamın-mansıbın değil, ey yoksul halkım, sizin delinizim!» Alanlar alkıştan yıkılıyordu.

FERDA GÜLEY UNUTULMAZ BİR ANISINI AKTARIYOR: “BİR TAHTA BACAĞI SELÂMLAMAK”
Ferda Güley hakkında iddia edilen bu delilik raporu, bu bilimsel tanımlama, ününün sınırlarını tüm Karadeniz bölgesine genişletmişti. Zaten yakın komşu il Giresun'un mitinglerine doğal olarak çağrılıyordu; diğer Karadeniz illeri özellikle Samsun da müşterisi olmaya başladılar. Bu illerden heyetler geliyor Ferda Güley’i konuşması için kendi açıkhava toplantılarına dahi çağırıyorlardı.
Ünye ilçesindeki bir mitingde konuştuğu ve sırılsıklam terler içinde kaldığı, yorulduğu bir gün, kürsüden inince karşısında tanımadığı bazı insanlar görmüştü. İçlerinden biri ona bir zarf uzattı. Okuyunca gördü ki Samsun CHP il başkanı toplantısına gelmesini rica ediyor, o seçimlerde Samsun adayı olan emekli Korgeneral Nuri Berköz ve eski Vali'leri Haşim İşcan'ın da bu ricasını paylaştıklarını söylüyordu.
Ferda Güley ,her coşkulu konuşmasının sonunda olduğu gibi çok yorgundu, perişan bir durumda idi. Fakat bu çağrıyı da geri çevirmedi, gelen heyet onu o sırılsıklam terli haliyle açık bir jipe bindirdiler ve yıldırım gibi bir hızla Çarşamba'ya götürdüler. Yorgunluktan öylesine içi boşalmış bir durumdaydı ki yolda götürüldüğü toplantıda ne söyleyeceğini bir türlü düşünemiyor, en kötüsü, yapacağı konuşmanın giriş kapısını bulamıyordu. Konuşmasına nereden, nasıl girileceğini bulsa, bacasını da bulabilirdi; başka bir deyimle, çatıyı kurması, konuşmanın içini doldurması kendiliğinden gelirdi. Terli çamaşırları jipe dolan rüzgârla tenine yapışarak kuruduğu için Çarşamba'da bir sinemanın önünde yere indirildiği zaman yolda kendisini korumaya çalışmasına karşın ürpermesinden soğuk aldığını anladı. Boğazı yanıyor, yutkunmakta güçlük çekiyordu.
Fakat asıl sayrılığı halkın önüne çıkınca yapacağı konuşmanın maketini, hâlâ uygun bir giriş kapısı bulamadığı için zihninde çizememiş olması idi. Vücudundaki ürpermeler de, bacaklarındaki titremeler de, yutkunurken çektiği güçlük de ilk kez başına gelen bu durumundan kaynaklanıyordu. Kalabalıkları yararak kendisine yol açan jip arkadaşlarının arkasından içi tıklım tıklım insanla dolu bir sinema bahçesine sokuldu. Halk sahnedeki konuşmacıyı dinlediği ve kendisini tanımadığı için başlangıçta hiçbir hareket olmadı.
Yalnız en ön sırada oturan adaylardan bazıları ve çağrıyı yapan il başkanı Ferda Güley’in geldiğini fark edip ayağa kalktılar ve onu alkışlamaya başladılar. Toplantıyı yöneten başkan mikrofonu aşırı derecede bağırarak konuşan hatibin elinden âdeta çekerek aldı ve halka sevinçli ve gururlu bir sesle müjdeledi: «DP'lilerin kendisine deli binbaşı dedikleri binbaşı, yalnız Ordu ilinin değil Karadeniz illerinin en güçlü hatibi Ferda Güley işte karşınızda. Söz alanların konuşmaları bitince son konuşmacı olarak sizlere hitap edecektir.»
Alkışlar arasında onu ön sırada oturanların önünden geçirerek boşalttıkları bir sandalyeye doğru götürürlerken adaylardan Mebrure Aksoley'in yanında göğsünde istiklâl madalyası bulunan ve iki yanından bacak yerine iki koltuk değneği uzanan iriyarı cüsseli, yaşlı ve fakat dinç bir gazinin oturduğunu görmüştü. Yerine yerleşirken kendisine bir tür bekçilik yapan jip arkadaşına bu adamın kim olduğunu sordu ve onun Sakarya Meydan Savaşı'nda iki bacağını yitiren Ahmet Çavuş adında bir partili olduğunu öğrenince beyninde bir şimşek çakmıştı. Yapacağı konuşmaya gireceği kapıyı bulmuştu.

Vücudundaki ürpermelerden, bacaklarındaki titremelerden, boğazındaki tıkanmalardan eser kalmamıştı. Üç-beş dakika içinde zihninde konuşmasının çatışım kurdu, dokusunu dokudu. Sonradan emekli korgeneral ve Samsun adayı Nuri Berköz olduğunu öğrendiği toplantı başkanı kendisini övücü sözlerle konuşmaya çağırınca güvenli olmanın rahatlığı ile alkışlar arasında yazlık açık hava sinemasının sahnesine çıkmış, mikrofonu eline almış ve bir süre öylece durmuştu. Alkışlar kesilmiş, koca bahçe nefes alınsa duyulacak bir sessizliğe girmişti.
Halk, başında papak, üstünde meşin ceket, bacaklarında külot pantolon ve çizmeler bulunan bu «deli binbaşı»yı nefeslerini tutmuş seyrediyor ve ne söyleyeceğini bekliyordu. O ise elinde mikrofon, sahnenin ortasında duruyor hiç bir şey söylemeden sadece göz göze gelmeyi arayan bakışlarla sağdan sola, soldan sağa bahçeyi dolduran halka bakıyordu. «İpnotize» işinin bittiğini anladığı bir noktada etkileyici bir ses tonuyla:
«Konuşmacılar konuşmalarına halkı selâmlayarak, halka saygılarını sunarak başlarlar. Fakat ben sizi selâmlamayacağım, size saygılarımı sunmayacağım» demiş ve durmuştu. Karşısında taş kesilmiş kendisini dinleyen, dinlemekten ziyade seyreden halkın içlerinden «bu adam gerçekten deli, hem de zır deli» dedikleri şaşkın bakışlarından ve gülmekle öfkelenmek arası biçim değiştiren yüzlerinden anlaşılıyordu. Bu sonucu da aldıktan sonra yapacağı konuşmaya Sakarya gazisinin açtığı kapıdan coşku ile perde perde alçalıp yükselen bir sesle girmişti:
«Çarşambalılar, evet, ben bugün sizleri değil, bir çift koltuk değneğini, bir çift tahta bacağı selâmlayacağım. Çünkü bir çift koltuk değneği bir çift tahta bacak teker teker ve hep birden Çarşambalılar demektir, Çarşamba demektir. Bir çift tahta bacak Terme demektir, Lâdik demektir, Havza demektir, Kavak demektir, Bafra, Alaçam demektir. Bir çift tahta bacak bütün Samsun demektir. Düşman şarapnellerinin koparıp götürdüğü bacakların, kolların, omuzların geride bıraktığı Türkiye demektir.»
Gök gürler gibi kopan bir alkış patlaması koca bahçeyi doldurup taşırırken gözlerinden yaşlar akarak ve iki tahta bacağına dayanarak ayağa kalkmış olan Ahmet Çavuş'a doğru dönmüştü. Ferda Güley eliyle işaret ederek «Sakarya gazisi Ahmet Çavuş, Çarşamba yerine, Çarşambalılar yerine seni selâmlıyorum, sana saygılarımı sunuyorum» dedi ve Ahmet Çavuş'un açtığı kapıdan zihninde çatısını kurduğu konuşmasının içine girmişti.
Kendisini, II. Dünya Savaşı'na sokmasa da 27 yıllık CHP iktidarını oylarıyla değiştirebilmek gücüne gerçekten sahip olup olmadığını sınamanın (diğer haklı hoşnutsuzlukları arasında) belki de ruhsal olarak etkisinde kalan Türk halkı genellikle 14 Mayıs 1950 seçimlerinde büyük coşku ve umutlarla iktidara getirdiği DP'ye 1954 genel seçimlerinde de sahip çıkmıştı. Demokrat Parti, CHP'nin kendisine hazırladığı ve bıraktığı olanakları kendi sağladığı olanaklarla birleştirmişti. Özellikle son CHP hükümetinin kurduğu Karayolları Genel Müdürlüğü eliyle ve yine CHP iktidarının Marshall yardımından sağlayıp da iktidardan düştükten sonra memlekete gelen yol yapım araç ve gereçlerini Türkiye'nin her yanında hizmete sokarak bütün yurdu bir şantiye haline getirmişti.
Bir mirasyedinin har vurup harman savurması gibi bir hovardalıkla ve yarınları düşünmeyen bir aymazlıkla çalışan Menderes, toprağı kıt olan Karadeniz halkını da Amerika'dan getirttiği buğdayı 20 kuruştan hatta veresiye dağıtarak memnun etmişti. Zaten “su geçerken at değiştirilmez”di. 1954 genel seçimlerinde DP 1950 seçimlerinden daha büyük bir yengi ile çıkmıştı. 69 kişilik CHP grubu bu seçimlerde 30 milletvekiline düşmüştü. Ordu ilinde DP ile aramızda fark diğer illerde olduğu gibi kocaman değildi. DP 77.361, CHP ise 62.785 oy almıştı. Aradaki 14.000 oyun yarısından bir fazlasını biz alsaydı bütün milletvekillerini CHP olarak çıkarmış olacaktı.
1957 SEÇİMLER BİTMİŞTİ, ARTIK PARTİLİLER DEĞİL, “HALK” VARDI…
1957 yılı seçimleri bitmiş, kesin neticeler belli olmuştu… 1957 seçimlerinde Ferda Güley Ordu Milletvekili olarak TBMM’ye girmişti. Ertesi gün Ordu'da parti binasının önünde zurnalar çalıyor, Lozan Alanını (Millet Düzü) dolduran CHP’liler Ankara' ya uğurlamaya hazırlanıyorlardı. Binecekleri otomobillere 6 oklu flamalar takılmıştı. İçkili oldukları anlaşılan bazı partililer otomobillerinin önünde horon tepiyorlardı. Gerçi 1954 seçimlerinde D.P. ler de yengilerini aynı şekilde kutlamışlardı, onlar da davullar zurnalar çalmış, horonlar tepmiş, CHP’lileri delirtecek ne varsa yapmışlardı. Fakat Ferda Güley’e göre seçimler bitince kavga da, gönül kırıcı nispetçilikler bitmeliydi. DP lokalinin bulunduğu tarafa doğru baktı ve renkleri sararmış, donuk gözlerle CHP bayramını seyreden bir DP kalabalığının yol üstündeki «DP İl merkezi» levhasının önünü doldurduğunu görmüştü.
İçinde önlenemez bir istek kabarmıştı: DP Lokaline gitmek, içeri girmek ve onlara birkaç söz söylemek. Seçimlerde en ağır kavgayı yine o vermişti. Oraya giderse, içlerine girerse acaba nasıl karşılanırdı? Hakaret görürse, «defol» diye itilip kalkılırsa?... Fakat ne olursa olsun Ferda Güley düşündüğünü yapacaktı. DP lokaline yöneldi ve kararlı adımlarla DP'li kabalığa yaklaştı. Düşman bakışlar her biri ton ağırlığında üstünde toplanmıştı. Bu insanlar lokalde yer bulamayarak dışarıda kalanlardı. Asıl kalabalık içeride idi. Dışarıdakilere “Arkadaşlar, lütfen bana yol verin, içeriye gireceğim” dedi. Üzgün, şaşkın düşman bakışlı insanlar Ferda Güley’e isteksizce yol verdiler. Lokalin biri büyük, diğeri küçük iç içe geçmiş iki odadan oluşuyordu. Aradaki küçük odaya kadar ilerledi, zorlukla. Seçimi kaybeden DP adaylara ortalıkta yoktu. Fakat parti yöneticileri bu küçük odada idi. Hepsinin teker teker ellerini sıktıktan sonra Ferda Güley’e kalabalığa dönerek, “Sizler yalnız partili değil aynı zamanda halksınız. Seçimlerde partililik görevinizi yaptınız ve bitti. Şimdi halk olarak göreviniz başladı. Bu seçilenler de 1954 yılında seçilenler gibi sizlerin milletvekiliniz. Onlar yalnız CHP'lilerin değil, size de hizmet edecekler. Dört sene boyunca beni hiç bir ayırım yapmadan Ordu halkının emrinde göreceksiniz. Kapım, sofram sizlere açık olacak. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyor ve Allahaısmarladık diyorum» dedi. Bir alkış koptu. Lokale girerken donuk gözlerle bir düşmana bakar gibi baktıkları eski deli binbaşıyı coşkuyla alkışlıyorlardı. Bu katılıkları yumuşayan insanların çoğu, onun yüzünden CHP konvoyunu alkışlayarak uğurlayan Halk Partili kalabalıklara katılmıştı…

ULAŞTIRMA BAKANI FERDA GÜLEY’İN BAŞINDAN GEÇEN “EŞKİYA UZUN ALİ” ANISI…
Şimdi Ferda Güley’in ilk Milletvekili olduğu 1957 yılında Fatsa’da bir eşkıya ile bir evde buluşturulması hakkında yazdığı ilginç bir anısını da onun kaleminden aktarmak istiyorum:
“… Fatsa’nın pazarı olan pazartesi günü ilçeye dolan köylü yurttaşlarla akşama dek öpüşüp kucaklaşıp bayramlaşıp yorgun düştükten sonra öğretmenler lokalinin bahçesinde arkadaşlarımla çay içerken yaşı benden büyük bir ilçe yönetim kurulu üyemiz yanıma geldi ve bana doğru eğilerek biraz uzakta duran genç iki kişiyi gösterdi. Kulağıma: «Bu iki partilimiz bu akşam sizin için evlerinde yemek hazırlamışlar. Çok iyi, inançlı insanlardır. Kimseye söz vermeyin, yemekte bu arkadaşların evine gideceğiz» dedi. «Hay hay» diye yanıtladım kendisini. Hava kararmaya, ağırdan ince bir çise de yağmaya başlamıştı. Kalktık, diğer arkadaşlardan izin alarak yemek yiyeceğimiz eve yollandık. Kentin içinden geçtik ve Fatsa'nın sırtını dayadığı fındık bahçeleri ile örtülü dik yamaçlara doğru çıkmaya başladık.
O sırada ince çise kalın bir yağmura dönüşmüştü. Daha fazla ıslanmamak için dik patika yolda adeta koşturuluyordum. Sonunda bahçe içinde büyükçe bir eve geldik. Üstümüzde sular damlaya damlaya iyi döşenmiş salona alındık. Böyle bir salon beni yemeğe çağıran o iki köylü genç için fazla idi. Bu düşüncelerle etrafıma bakınırken duvardaki resimlerden yaşı benden büyük ilçe yönetim kurulu üyemizin beni evine getirdiğini anladım.
Beni yemeğe çağırmak için neden böyle bir yolu yeğlediğini düşünürken birden kapı açıldı ve içeriye omuzlarına çapraz taktığı mavzeri kapının pervazlarına çarpmasın diye eğilip yanlanarak, uzun boylu bir adam girdi. Belinden yukarı bütün vücudu gırtlağına kadar fişeklerle kaplı idi. Başında bir Gürcü başlığı vardı. Bana doğru koştu ve bütün ağırlıkları ile kendisini önümde yere atarak ayaklarımı öpmeye başladı. Ne olduğunu, ne yapacağımı şaşırmıştım.
Ayaklarımı öptürmemeye çalışıyor, fakat «bırak binbaşım, ahtım var, ayaklarını öpeceğim» diyen bu gezgin cephaneliğin ellerinden kendimi kurtaramıyordum. Sonunda durum aydınlandı. Yemek bahane idi, yaşlı partilimiz beni bu silahlı adamı dinlemek üzere bu senaryoyu tertiplemişti. Bu, tepeden tırnağa silahlı adam ise yıllardır kanun kaçağı olarak dağlarda gezen, varsıllardan aldığı haracı kendisine fazla ise yoksullara dağıttığı için köylüler tarafından korunan ünlü eşkıya Uzun Ali idi. Adını daha milletvekili olmadan önce duymuştum. Çevresinden ve çevresi aracılığı ile o yaşlı partilimizden ne yapıp yapıp kendisinin benimle görüştürülmesinin sağlanmasını aylardır o kadar istemiş ki bu tertibi yapmak zorunda kalmışlar.

O kocaman mavzere ve fişekliklere kapılardan sığmayan boyuna posuna karşın gözlerinden dolu tanesi gibi iri yaşlar dökerek benden yardım isteğini dile getirmeye çalışıyordu. Benim için çevresindekiler Uzun Ali’ye “O verdiği sözü tutar, halkı korumak ve kurtarmak için ne yapılmak gerekiyorsa yapan biridir” demişlerdi. Ve benden istedikleri şuydu: Uzun Ali idamına hüküm giydiği son öldürme olayında suçsuzdur ve yıllarca önce de gömülmüş olsa, ölen kişinin mezarı açılır, toprağı elenerek araştırılırsa atılan kurşun bulunacak ve Ali’nin kendi tabancasından çıkmadığı anlaşılacaktır… Kendisine dedim ki: “Ali kanundan kaçılmaz. Bu dediklerinin yapılabilmesi içinilk iş teslim olmaktır. Teslim olunca bana söylediklerini içeren bir dilekçe ile ilgili yerlere başvurma hakkı kazanırsın. İşte benim görevim o zaman başlar, gerçek ne ise ortaya çıkmasını sağlamak için elimden ne geliyorsa eksiksiz yaparım. Ama bir kanun kaçağına hiçbir şey yapamam». Bir süre düşündü, sonra teslim olduğu takdirde karşısına çıkacak tehlikeleri şöyle sıraladı: Düşmanlarından ikisi Sinop cezaevinde idi. Oraya koyarlarsa, onlar tarafından öldürülmemek için yasalara aykırı olarak karşı önlemler alması gerekecek, yeni suçlar işlemek zorunda kalacaktı. Başka bir cezaevine verilse, yemeyi içmeyi bir yana bıraksak bile en azından sigara parası sağlamak için o cezaevinde de mapushane ağası olması lâzımdı..
Bu da yeni kavgaları, yeni suç işlemelerini gerektirecekti. Çoktan teslim olmayı düşündüğü halde bu tehlikeler yüzünden teslim olamıyordu. Kendisine hasımlarının bulunduğu Sinop cezaevine zaten verilmemesi gerektiğini, başka bir cezaevine verilirse «mapushane ağası» olmadan sigara içebilmesi için ayda kaç liraya gereksinimi olabileceğini sordum. «Elli lira» dedi. İçimden “10 milletvekiliyiz. Her ay 5'er lira versek “Ali'nin sigara parası çıkar? diye düşünerek, «kabul. Sen teslim öl, cezaevine gir, her ay 50 lirayı sana ben göndereceğim» dedim. Dışarda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, ara sıra çakan şimşekler pencere camlarından oturduğumuz salon aydınlatıyordu. Evdekilerden öğrendim ki henüz 14-15yaşındaki oğlu, biz evde bu konuşmaları yaparken, dışarda, o yağmur altında, tabii silahlı olarak, babasının korunmasını yapıyormuş. Bunu öğrenince “Bak Ali” dedim, “babaların günahını oğulları, karıları, bütün çoluk çocuğu da birlikte çekiyor. Sigara paranı düşünme, en kısa zamanda teslim ol ve bana bildir. Suçsuz olduğunu anlamak için dediğin mezar açılır, kurşun bulunursa gerçeğin anlaşılacağına dilekçeyi Ankara'da milletvekilimiz, bu işlerden çok iyi Zeki Kumrulu'ya yazdırıp sana göndereceğim» Ellerime ayaklarıma sarılan Uzun Ali gittikten sonra sofraya oturduk.
Bir sonra Uzun Ali teslim oldu. Önce birkaç yıl Ünye cezaevinde yattı. Sonraları 1960 Nisan'ında ilçe olan Korgan cezaevine naklettirdim. Fatsa'daki köyüne (Kabakdağı) yakınlığı dolayısıyla çoluk çocuğu tarafından ziyareti ve beslenmesi kolaylaştı. Ünye'de iken bazen milletvekili arkadaşlardan alarak, bu olanağı bulamadığım zamanlar cebimden her ay sigara parasını gönderdim… Uzun Ali, söyledikleri doğru çıktığı için değil, yıllar sonra Korgan cezaevinden af yasasından yararlanarak dışarı çıktı. “su testisi su yolunda kırılır» kuralının gereği olarak daha sonraki yıllarda Fatsa'nın Cumhuriyet meydanındaki bir tabanca düellosunda hasımları tarafından öldürüldü…”
MUSTAFA EKMEKÇİ ULAŞTIRMA BAKANI OLAN FERDA GÜLEY’İN VERDİĞİ DERSİ YAZIYOR...
Ferda Güley CHP’den 15.10.1961 – 10.10.1965 arasında Ordu Milletvekili, 27 Mayıs1960 darbesi sürecinde 1961’de Kurucu Meclis Cumhuriyet Halk Partisi Temsilcisi seçilerek TBMM’de yasama çalışmalarına katılmıştı. Araştırmacı Yazar Mustafa Ekmekçi tarafından 4 Nisan 1996 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde “Ferda Güley’in Verdiği Ders” başlıklı bir makale yayınlanmıştı. Mezkûr makaleden iktibas edilmek suretiyle alınan yazılarda Ferda Güley’in Bakan oluşu hakkında Gazeteci Mustafa Ekmekçi şunları kaleme almıştı:
“ CHP, 1973 seçimlerini kazanınca, kurulan CHP-MSP ortaklığında. Ordu Milletvekili Ferda Güley, Ulaştırma Bakanlığı'na getirildi. Ferda Güley, o zamana değin, CHP Genel Sekreter Yardımcısıydı. Başbakan(Bülent Ecevit):
Hangi bakanlığı istersiniz? diye sorunca, Ferda Bey, özür diledi:
Efendim, benim bakan olmam şart değil! yanıtını verdi. (Genel Sekreter Orhan Eyüboğlu, Başbakan Yardımcısı olmuştu. Genel Sekreter Yardımcılarından Turan Güneş, Dışişleri Bakanlığı'na getirilmişti. Kendisi parti yönetiminde kalmayı yeğliyordu.) Partiyi tümden boşaltmayın, iyi görüntü vermez, bu... Ben tekkeyi bekleyeyim.
-Hayır, kesinlikle hükümette olacaksın!

Ferda Güley anlatıyor:
“Sonunda Ulaştırma Bakanlığı'nı aldım. Alışımın nedeni de, parti siyaseti açısından, pek öyle orası burası çekilip sündürülecek bakanlık olmamasından. Kimse de zaten istekli olmaz, Ulaştırma Bakanlığı’na. Ortaklıkta, bakanlıklar dağıtılırken, Ulaştırma Bakanlığı’na pek o denli istekli olmazlar. Yani, şey gibidir; Genelkurmay’a bitişik. Dışişleri Bakanlığı'na doğası gereği, uygun yanı olan bir bakanlıktır. Ulaştırma Bakanlığı’nın özel yasası vardır; olağanüstü halde, savaş halinde, Genelkurmay'la adeta ortak çalışırız. Böyle bir bakanlığa, özellikle bundan dolayı istekli oldum. Birkaç sınıf arkadaşım da vardı, onların da hizmetlerinden yararlanırım diye (Ferda Güley, ordudan binbaşılıktan ayrılmıştı)..."
Müsteşar, Adalet Partiliydi. Çünkü. Manisa 'da aday; yedinci sıraya koymuş onu Demirel, orada kazanamayınca, dönmüş yerine gelmiş. Yasal hakkı olan, yine müsteşarlığa dönmüş. Ben, şimdi Ulaştırma Bakanı olunca, ben de bir partinin örgüte bakan genel sekreter yardımcısıyım. Ben de gırtlağıma dek CHP'liyim. O da gırtlağına dek AP’Iiydi…
Ben, nesini bilirim Ulaştırma Bakanlığının? Trenler, vapurlar, uçaklar işler, rıhtımlar işler, postaneler işler, kocaman, her biri bakanlık büyüklüğünde bakanlık. Ben, şimdi bunların başına gelmişim. CHP'nin genel sekreter yardımcısı Ferda Güley. Burada benim görevim ne? Hizmet üretmek. Hizmet, hizmeti bilenle üretilir. Ben, hiç kimseyi değiştirmedim. Önce, müsteşar geldi, adet olduğu üzere, istifasını verdi: "Sayın Bakanım, rahat çalışmanız için istifa ediyorum!" dedi. "Lütfen kabul buyurunuz..." “Hayır" dedim, “Hizmete daha yeni başlıyoruz: ilerde birlikte çalışmamızın mümkün olmadığı ortaya çıkarsa, o vakit ayrılırsınız. Siz, bir hizmetin başında, deneyimli, bilgili bir kişi olarak bulunuyorsunuz" dedim. “Benim üç ilkem var; bir, dürüstlük, ama aşırı derecede dürüstlük, iki, çalışkanlık, ama aşırı derecede çalışkanlık; üç, çalıştığı işi bilmek...
Sayın Ekrem Beyefendi, bu üç şey kimde varsa, ben onlarla çalışmaya hazırım.” Topladım bütün personeli, genel müdürleri dahil, bunu söyledim. “Bu üç ilkeyi ararım, kimde varsa, başımın üstünde yeri vardır; siyasal görüşünüz, benim için hiç önemli değil, bakanlığa sokmamak üzere. Bakanlığa ya da işyerinize, partinizin tercihini sokarsanız, ben de bunu görürsem, birlikte çalışamayacağımız anlaşılmış olur. Aksi takdirde, bizim görevimiz, yarış halinde hizmet üretmektedir. İşte izlence (program), işte yıllık uygulama; bunları adım adım izlerim. Ben birşey bilmiyorum, sizden öğreneceğim. Ben ulaştırma bakanı oldum diye, bu hizmetlerin hepsini bilebilir miyim? Hiçbirini bilemem. Ben öğrenciyim, siz öğretmensiniz. Ben siyasal otoriteyi temsil ediyorum, siz de devletin hizmet yerlerini işgal eden deneyimli kişiler olarak, devletin kadrosundasınız. Birlikte ahenk içinde çalışacağız. Görevimiz yarıştır" dedim. Böylece on ay içinde, bakanlık on ay sürdü. Denizcilik Bankası Genel Müdürü dışında, kimseyi görevden almadım. O da şöyle oldu: Pendik Tersanesi'ni biz yapalım, diye Japonlarla anlaşmışız. Türk mühendisleri, "Biz yapabiliriz" diyorlar. Genel Müdür Celal Bey; "Hayır, biz yapamayız, Oda’nın görüşleri yanlıştır" diyor. Tersane, 1936'da başlamış, öyle duruyor. Yalnız yerini almışız, ortada tersane yok. “Görüşüme katılmazsanız ayrılırız" dedim. Ancak, böyle bir genel müdürden ayrıldım. Onu da törenler yaparak... İki ay izin istedi, "Tamam” dedim, ancak siz kenarda durun, iki ay sonra da sizi emekli edeceğim! 1950'den beri, CHP, Ulaştırma Bakanlığı’na adım atmamış. Koalisyon zamanlarında bile, AP'lilerin, eski DP'lilerin elinde kalmış. Rüzgârımızın kesinlikle esmediği bir yer. Bütün genel müdürler DP zamanından beri... AP'lilerden beri atanıp durmuş; hiç umurumda değil. “Ben hizmetin üretilmesine bakarım" dedim ve bakanlığım sona erdiği zaman. DPT'nin bir çalışmasında, hem parasal, hem fiziksel olarak, “en fazla hizmet üreten bakanlık" durumuna geldiğimiz açıklandı.
Ferda Güley, 80 yaşının gençliğini yaşıyordu. Şöyle diyordu: “Hizmetin ve devletin devamlılığı egemen düşüncedir. Ben, AP’Ii müsteşarla çalıştım diye, siyasal rakiplerim Ordu'da aleyhime propagandalar yaptılar." Ferda Güley, 1977 de alt sıralara düştü, seçimleri kazanamadı. Pendik Tersanesi’nin açılışına da çağrılmadı. Politikacılar, ondan ders almadılar…”

FERDA GÜLEY, MAKAM ARABASIYLA DOLMUŞÇULUK YAPAN VE KİRADA OTURAN BİR BAKANDI.
1977 yılında aktif politikadan çekilen Ferda Güley, evli ve 4 çocuk babasıydı. “Kendini Yaşayan Adam” adlı kitabında Ferda Güley Ulaştırma bakanlığı yaptığında başından geçen bir anısı için şunları yazıyor: “… Değiştirilemez kuralların ve saçları sakalları dizlerinde birtakım “mevzuat”ın hüküm geçiremeyecekleri hallerde ve yerlerde ben de kendi halkçılık ve demokratçılık anlayışımı kendimce içimden geldiği gibi uygulama yoluna gittim. Örneğin, ilk Bakan olduğu o soğuk Ocak-Şubat-Mart aylarında evimden Bakanlığa giderken şoförün kestirme ve trafik yükü hafif diye istediği yol üzerindeki duraklarda titreşerek otobüs bekleyen insanların önünde duruyor, arabamdan inip tren ve otobüs terminallerine değin gitmek isteyenlerden özellikle, yaşlı, hasta, ya da ivedi işi olanları arabaya alıyor, Bakanlık önündeki yol kavşağına kadar götürüyordum. Yani bir tür bedelsiz dolmuşçuluk yapıyordum. Bundan gazetecilerin haberi olsaydı, hükümet adamlığını hafife aldığım için kimbilir nasıl eleştirilere uğrardım.”
Eskilerin “nevi şahsına münhasır” diye tabir ettikleri “sadece kendine benzeyen” Ferda Güley ile ilgili “ezber bozucu” bilgileri tarihe not düşmek için burada yazmak gerektiğini düşünüyorum. İşte 19 Şubat 1974 tarihli Milliyet Gazetesi’nden Ferda Güley’e ait bir haber: “Ulaştırma Bakanı tersaneyi gezmedi ve “ben diş fırçası teftişi yapmam” dedi. Haber devamla şöyle: “İki günden beri İstanbul’da bulunan Ulaştırma Bakanı Ferda Güley, dün Bakanlığına bağlı bazı kuruluşları ziyaret ettikten sonra öğle yemeğini Camialtı Tersanesinde işçilerle birlikte yemiştir. Bakan nohut, pilav ve cacık olan yemek sırasında işçilerle yaptığı sohbet Denizcilik Bankasının marazi büyüklükte olduğunu, tersanelerin tek genel müdürlük altında toplanmasını gerçekleştirmeden Bakanlıktan ayrılmayacağını ve Pendik tersanelerinin yapımı üzerinde titizlikte duracağını söylemiştir.
Camialtı tersanesine gelişi sırasında sürekli alkışlarla karşılanan Ferda Güley, yemekte yanına oturmak isteyen ilgililerden sadece Müsteşar ve Denizcilik Bankası Genel Müdürünü yanına almış, diğer Tersane müdürlerini “Gidin işçilerin masalarına dağılın, ben bu masaya işçilerle oturacağım” demiştir. İlk defa Ulaştırma Bakanı ile yemek yediklerini belirten işçilere Bakan, “Ben buraya teftiş yapmaya gelmedim. Kontrol de etmeyeceğim. Çünkü biliyorum ki ben geliyorum diye bazı yerler daha iyi hale sokulmuş olabilir” demiştir. Güley bu arada kendisini tersaneyi gezdirmek isteyen bir yetkiliye de “Ben diş fırçası teftişi yapmam” diyerek cevap vermiştir. 8 Nisan 1998 tarihli Milliyet Gazetesindeki köşesinde yazılar yazan Yavuz Donat Ferda Güley için bakın ne kaleme almış:
“Geçen gün uçakta Ferda Güley’le karşılaştık. Bir zamanlar Bakan’dı. (1980 öncesi-CHP) Müsteşarı ise “Adalet Partisi’nin getirdiği” Ceyhun’du. O zaman Ferda Bey’e sormuştuk:
- Değiştirecek misiniz?
Ferda Güley “ne münasebet” demişti:
- İşi biliyor, neden değiştireyim:
20 yıl milletvekilliği yapan Ferda Güley’le yolculuk boyunca sohbet ettik.
Ve öğrendik ki “hâlâ kirada oturuyor”. Dün gazetelerde, TV’lerde “nerede o eski bayramlar” diye başlayan yazılar, programlar vardı. Sadece bayramlar mı, “nerede o eski anıt gibi insanlar?”
6 Mayıs 1972'de TBMM'de yapılan oylamada, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ların idamına insani ve vicdani gerekçelerle ret oyu veren 48 Milletvekilinden biri olan, Ordu eski milletvekili ve eski Ulaştırma Bakanlarından Hasan Ferda Güley, 17 Kasım 2008’de İstanbul Göztepe Hastanesi'nde hayatını kaybetmişti. Yaşamını yitiren eski Ordu Milletvekili ve Ulaştırma Bakanı H. Ferda Güley için TBMM'de tören düzenlenmiş ve akabinde cenazesi, Kocatepe Camii'nde kılınan öğle namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığındaki aile kabristanında toprağa verilmiştir. Ferda Güley’i saygı ve rahmetle anıyorum… Ruhu şad olsun…
1974’DE FERDA GÜLEY ULAŞTIRMA BAKANI İKEN ORDU DENİZCİLİK MESLEK LİSESİNİ AÇMIŞTIR...
1974 Mecliste Milli Savunma Komisyonu Başkanlığı da yapan Hasan Ferda Güley 26 Ocak 1974 ile 17 Kasım 1974 tarihleri arasında Birinci Ecevit hükümetinde (CHP-MSP Koalisyonu) Ulaştırma Bakanlığı da yapmıştır. Ferda Güley Ulaştırma Bakanı görevinde iken Ordu rıhtımının kıyısında prefabrik tek katlı binada Denizcilik Meslek Lisesini açtırmıştı. 1974-1983 yılları arasında yaklaşık 500 Öğrenci mezun etmişti. Buradan mezun olanların bir çoğu halen Türkiye Denizcilik işletmelerinin ve Özel şirketlerin gemilerinde Kaptan ve Makinist gibi çeşitli görevler sürdürmektedirler.
Oysa biz ne yaptık? Böylesine faydalı olan meslek okullarını çoğaltmak yerine hazırını yok edip, kapattık. Bir zamanlar Koç Topluluğunun "Meslek Lisesi Memleket Meselesi Projesi" adlı bir kampanyası vardı. Bu proje kapsamında, mesleki eğitim veren okulların ve kalitenin artırılması için önemli bir çaba içine girilmişti.
Gerçekten yurdumuzda; tarımdan sanayiye, inşaattan turizme sağlıktan bankacılığa her sektörde ara sınıf elemanlara çok ihtiyaç olmasına rağmen herkes düz liselerden üniversiteye gitmeye çalışmaktadır. Üniversiteye gidemeyen lise mezunu yüz binlerce genç işsiz umutsuz karamsar biçimde aramızda dolaşmaktadır... Hâlbuki ara eleman yetiştirmek için her yere düz lise değil meslek elemanı yetiştirecek sanat mektepleri açmak aslında en acil memleket meselelerinden birisidir. Gerçekten Koç'un dediğine katılıyorum "Meslek Lisesi Memleket Meselesi"dir...
6 Mayıs 1972'de TBMM'de yapılan oylamada, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ların idamına insani ve vicdani gerekçelerle ret oyu veren 48 Milletvekilinden biri olan, Ordu eski milletvekili ve eski Ulaştırma Bakanlarından Hasan Ferda Güley, 17 Kasım 2008’de İstanbul Göztepe Hastanesi'nde hayatını kaybetmişti. Yaşamını yitiren eski Ordu Milletvekili ve Ulaştırma Bakanı H. Ferda Güley için TBMM'de tören düzenlenmiş ve akabinde cenazesi, Kocatepe Camii'nde kılınan öğle namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığındaki aile kabristanında toprağa verilmiştir. Ruhu şad olsun.
KAYNAKLAR:
Ferda Güley,”Kendini Yaşamak” adlı kitabından alıntılar, Cem Yayınevi,1999,İstanbul
Mustafa Ekmekçi “Ferda Güley’in Verdiği Ders” Cumhuriyet Gazetesi, 4 Nisan 1996,İstanbul
Mehmet Şimşek, “Ferda Güley, Kendini Yaşayan Adam” Mavi Düzce adlı int. sitesi 5.11.2018
Not: Ferda Güley’in hayatını anlatılan bu yazı dizisindeki fotoğraflar Ufuk Güley aile arşividir.
Ali Çetinkaya, ”Ali Osman Bey” “Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler” Anskpld.,7.Cilt, 591.shf.
Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.