Temel gücünü eğitimden alan adalet ve kalkınma yolunda niye çağlar atlayarak ilerleyemedik? Millî Eğitim Bakanlarımızın görevde kalma süreleri bunun önemli bir belgesi. Ziya Öğretmene gelinceye kadar 98 yılda 64 bakan görev yapmış ama 3 yıl ve üzeri görev yapan sadece 9 kişi. Hasan Ali Yücel 7.7 yılla rekorun sahibi. Ardından 6.2 yılla edebiyat doçenti olmasına rağmen çok kurumu olduğu gibi Bakanlığını da felç edenlerden habersizmiş gibi “Cemaatin devleti kuşattığı iddiasına kargalar bile güler(!) diyen Hüseyin Çelik. Geri kalan 8 kişinin de görev süreleri Avni Akyol’un 2.7, üç kez gelip gitmeyle Tevfik ileri’nin 3.10 yıl arasında çeşitlenmiş. Diğer 56 Bakanın süresi ise 2 yıldan az. Aynı yıl göreve gelip gidenler de var. Şaşırıyor insan bu nasıl olabilir (?) diye. Eğitimin millî ortak iradeyle uzun süreli temel yapılandırılmasıiçin dünya görüşü ne olursa olsun bütün aydınların aklın ve bilimin yolu birde bütünleşebilmesi ve iktidarlara etki gücü oluşturması gerekirdi. 43 yıldır özlemini çektim hep cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi böyle bir birliğin ve seferberliğin. Olmadı. Sorumlusu sensin sürekli bölünen Türk aydını! Millî birlik gücü kurup iktidarlara kılavuzluk etmedin. Bak şimdi hiç de gerek yokken Andımız tartışıyor siyaset!
İnşallah Ziya Öğretmen de henüz 3 yılını dolduramadan sorumlu tutulup istifa ettirilmez! Yazık edilir de yerine kendisi gibi eğitim bilimci arkadaşı veya olan bitene kafa yora yora iş içinde pişip temayüz etmiş öğretmen getirilmezse sonrası tufan! Ey aydınım diyen yeter! Adalet ve kalkınma lokomotifi olabilecek yetişmiş insan gücünün eğitimi için birleş de bilgisayar ağının yönlendiricisi (server) misali merkez beyinol ki bitsin bütün kör tartışmalar. Çatışma konuları üretilen ülke olageldik de ne oldu? Kim yararlandı bölük pörçük halinden? Özgürlük ve demokrasi maskeli sömürgeci düşmanların değil mi?
Halkla iletişim birimleri Bimer-Cimer mimarı cumhurbaşkanımız eğitim derdini duydu hep sağ olsun, var olsun! Sızısını da içinde hissetti. O sızıyla “Okul varsa dersane niye var?”“Dünyayla rekabet edemezsek vagon oluruz.” “İleri ülkelerde meslekî eğitim % 70, bizde niye % 30?” diyen tek liderdi. Heyecanla coştum da aydınların bu sözün çevresinde birleşme yolunu yazdım. Tv.lere çıktım. İlgi olmadı. Çağrım, aydın yürekleri sızlatsaydı da millî birlik ruhuyla parlatılabilseydi bu sözlerle yakılan ışık, ne olurdu? En uzun süre Bakanlık yapmış Hasan Ali Yücel’in eğitimci Ismail Hakkı Tonguç’la yazdığı yarım bıraktırılmış Köy Enstitülerinin anlayışı, şimdi iş bilen milletin var ettiği fırsat ve şartların gücüyle yeniden ortaya çıkamaz mıydı? İş içinde eğitime odaklanamaz mıydık milletçe el ele? Duyalım artık küçücük yüreklerin feryadını! 43 yıldır okullardayım. Ne serzenişler duydum! Biri var ki çok can alıcı.
Gazi Ü.Vakfı Kolejlerinde İş İçinde Eğitim deneylerimiz vardı. Bunları eğitim bilimi kültür yayınımız Mavi Kuş dergimizden tüm ülkeye de iletiyorduk. Araştırma, soruşturma, inceleme etkinliklerimiz en önem verdiklerimizdendi. Bakanlık, iogm.meb.gov.tr linginde yer vermişti bize. Öğrencilerimizden 7D’li Rüya İnce, Alman Büyükelçiliğinde incelediği kalkınma ile eğitim ilgisine model Georg Kerschensteiner hakkında dergimizin Mart 2007 sayısında şunları yazmıştı: Eğitimin tüm kademelerinde hizmet verdi. 1908'de Zürich'te büyük yankı uyandıran iş okulu projesini ortaya attı. Eğitim kavramı üzerinde kendine özgü kuramlar geliştirdi. Lütfen tarihe dikkat! Koskoca bir asır geçmiş. Biz de onun kuramlarından Köy Enstitülerinde yararlanmışız. Asistanları ülkemize de gelmiş destek için. Ama sonra nedense iş içinde eğitimi bırakmışız, ardından köyden kente göç olmuş. Şimdi bütün gün beton sınıflardayız. Günde 8 saat dersle bilgiler yığılıyor beyinlerimize ama unutuyoruz kısa sürede.
Ortaokul öğrencimizin sitem de çağrıştıran bu tesbiti düşünülesi değil mi? Köy okullarını da kapatıp çocuklarımızı taşımalı eğitim diye beton kent okullarına yığmadık mı? Neden, nasıl değişmişti bu elinden iş gelen insan yetiştirme anlayışı? Bugünkü Andımız tartışmalarının çıkarılması gibi millî uyanış seferberliğinden çıkarı bozulanların sinsi ve derin fitnesiydi nedeni. Köy Enstitüleri kökkültürümüze saldırı odağı iddiaları atıldı ortaya. Ateizm ve inançsızlık aşılamakla suçlandılar.Bu fitne miydi, gerçek miydi?
Konuyu uzun yıllar araştırdım. İş odaklı faaliyetleri, halkın manevîyatını yok sayarak yürütmeleri büyük hataydı. Hatasız, günahsız kul olmaz da eleştiri ve tepkileri savamamaları millete pahalıya patladı. Almanlar Faşizmin yıkıcı etkisine rağmen sağlam ve kaliteli markaların sahibiyse bugün, kalkınmanın temeli eğitim sayesinde değil mi? Ne olurdu işe odaklı eğitim gibi maneviyatımıza da hassasiyet gösterselerdi? Bu yüzden sıçrayıp da yükselmek yerine terleye terleye çamurlaşan Anadolu toprağını birbirinin üstüne sıçratır mıydı millet? Öyle kösteklenmiş olduk ki böylece hâlâ bir ileri, iki geri yürüyüşümüz sürüyor. Cumhurbaşkanımız Eğitim ve kültürde ilerleyemedik dedi ve umutla eğitim bilimci Ziya Öğretmeni Bakan atadı. Kalkınma tohumlarıyla yerşertmek istediğimiz toprağımızı, şimdi de Andımız tartışmaları çamurlaştırsın da birbirimizin üstüne mi sıçratalım yine? Ayrıştırma tuzağı değil mi bu?
13. Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip, cumhuriyetin 10.Yılının 23. Nisan sabahı ilk kez çocuklarına okuttu Andımız’ı. Sonra da ilkokul öğrencilerine millî ruh kazandırma amacıyla ülke genelinde uygulandı. Bu metnin içinde adını görse kabul eder miydi Atatürk? Yorum çeşitli olabilir ama kanaatimce etmezdi. Savaş yaşamış Bakanın ruh halini öğrencilere yansıtmak için yazdığı bu kısa metne, 12 Mart Darbecilerinin 1972 Ferit Melen Hükümeti Bakanı Sabahattin Özbek, içinde Ulu Atatürk geçen ekleme yaptı. Bu metin, 12 Eylül Darbecilerinin işkencelerinde de kullanıldı. Gizli amaç, aslında kurucuya da devlete de karşıtlık, nefret körüklemekti. 1997’de 56.Bakan Hikmet Uluğbay, ulu yerine büyük sıfatı getirtti. 2013’te kaldırıldı Andımız ama bitmedi bir türlü tartışması, bitmiyor. Oy devşirmek için birbirine zıt olanlar bile Andımız diye tutturdu şimdi.
Asker eğitme yöntemiyle tekrar ettirilen bu metnin düşündürme, yordurma, ürettirme amaçlı eğitime verdiği ne? Kafa yoran var mı? Eğitimin iç işi bu konu, bir bardak su. Fırtına koparmaya değer mi? Fırtınayı estirenler, Andımız tekrarından sonra o küçücük öğrencilerin öğretmenlerine çekine çekine yaklaşıp “Öğretmenim, bu sözleri sürekli niye tekrar ediyoruz, ben başka sözler buldum yurdum, Ata’m, siz büyüklerim için; onları söylesem olmaz mı?” dediklerini kimseden duydular mı acaba? Çocuklar ne hissediyor, ne istiyor? Soruşturup öğrenseler ya! Oyun, iş, uygulama içinde yaşayarak bilgi ve beceri kazanmak istiyor çocuklarımız. Sınıf değil oyunluk, işlik gerek onlara! Dikteci, aktarıcı, ezberci öğretim okullarını seven de Andımız’la eğitim derdi olan da yok!