Türk Kadınlar Birliği Ordu Şube Başkanı Sümer Alkan
Babam hem öğretmen hem de iyi bir fındık üreticisiydi. Evimizin yanında büyük bir bahçemiz vardı. Çocukluğumda o bahçenin bir kısmına buğday ekilirdi. Bir kısmına fiğ ekilirdi daha sonraları mısır, fasulye ekilmeye başlandı. Bahçenin bir bölümü köyde yaşayan kişilerden birine başka bir bölümü başka bir kişiye verilirdi. Mesela köyde yaşayan Veysel dayı isimli kişiye verilen tarlanın adı Veysel dayının tarlası olarak anılırdı. Veysel dayı ortakçımızdı. Yetiştirdiği ürün ikiye bölünürdü yarısı onun yarısı bizim olurdu. Yiyeceklerimizin büyük bir çoğunluğu bahçemizde üretilirdi. Fasulye, mısır soya fasulyesi, bulgur, buğday nişastası pekmez vs. Daha sonraları mısır, fasulye ekilen alanlar küçüldü bahçenin tamamına fındık dikildi.
Bizim Kurtgölü dediğimiz bir bahçemiz daha vardı. Orası evden uzakta Bayadı köyüne bitişik bir bahçeydi. Fındık toplama mevsimi çok hareketli ve yoğun geçerdi. Fındık amelesi gelince önce Kurtgölü'ndeki bahçe toplanır sonra evin yanındaki bahçeye gelinirdi. Amele ile beraber biz de bahçeye başak yapmaya giderdik. Daybaşı, katırcı ve çuvalcının yemeğini annem pişirir katırcı ile bahçeye gönderirdi. Sepetlerle yemek gider. Bakraçla yoğurtlu ayran gönderilirdi. Daybaşı ve diğerleri yemeği yedikten sonra biz boş kapları toparlar katırcı ile eve yollardık. Bahçede başak yapma bahanesiyle akşama kadar bekler, amelen in yaptıkları şakaları, anlattıkları fıkraları ve söyledikleri şarkıları zevkle dinlerdik. Akşam olunca amele ile beraber eve dönerdik. Bahçe uzak olduğu için kalabalıkla eve dönerdik.
Akşam evin kapısında çok hareketli saatler yaşanırdı. Ameledeki kadınların bir kısmı çeşmeden su almaya gider, bir kısmı akşam yemeği hazırlardı. Yaşı biraz fazla olanlar dinlenir, çocuklar oyun oynardı. Biz anneme yardım ederdik. Yaşımız küçüktü ama sofra kurmak, salata yapmak yemekleri taşımak gibi görevlerimiz vardı. Yemekten sonra bulaşıkları yardımcı kızımız yıkardı. Işıl’la ben ortalığı toplar kahveleri pişirirdik. Erkek kardeşlerim bizden küçük olduğu için onların ayaklarını yıkardık. Rahmetli babacığım lüks lambasını yakar radyosuna açar gazetesini okurdu. Babaannem annem babam günün değerlendirmesini yaparken biz kapıda saklambaç oynardık. Amele, kaldıkları kulübede erkenden yatarlar sabah biz uyurken bahçeye giderlerdi.
Bir gün sabah erkenden annem ve babaannemin sesiyle uyandık. Bizi kaldırdılar sert bir tavırla" bahçedeki bakraç nerede? "evde bulamadık. Niçin yemek sepetiyle göndermediniz. Ya bahçede kaybolduysa ne yaparız." diye endişelerini belirttiler. Sabahın erken saatine sorgulanıyoruz. Uykumuzu alamamışız. Bir de bize demezler mi "çabuk bakracı bulup getirin."
Kulaklarıma inanamıyorum annemle babaannem küçük bir bakraç için bizi bahçeye gönderiyorlar. Daha güneş doğmamış. Hava tam olarak aydınlanmamış biz o uzak bahçeye bakraç aramaya gideceğiz. Bahçeye sabah çisesi inmiş. Her taraf ıslak. Sessizlik insanı ürpertiyor.
O zamanlar şimdiki gibi plastik kaplar yok. Annem yemeği erkenden hazırlayıp bakraca da yoğurtlu ayranı koyup katırcı ile gönderecek.
Önce şaka yapıyorlar zannettim. Fakat baktım iş çok ciddi. Kesin bizi bahçeye gönderiyorlar. Şimdi ki aklım olsa inat eder gitmezdim. Belki babamı uyandırır ondan yardım isterdim. Babam bize hiç kıyamazdı belki de annem ve babaanneme kızar, başka çözüm bulurdu.
Ama biz gitmeyi tercih ettik yola koyulduk kestirme yoldan gidelim diye bahçe içinden yürüdük. Fakat Işıl evin yanında başladı ağlamaya bir türlü susmuyor. "Lütfen ağlama köpekler sesimizi duyar bizi parçalarlar” diyorum. Daha fazla ağlıyor. Kızıyor bağırıyorum daha fazla ağlıyor. Allah’tan o zamanlar domuz yoktu. Neyse kazasız belasız bahçeye vardık. Bahçede hiç kimseler yok bakracı bıraktığımız yerde bulduk. Fakat geri dönmedik. Bir müddet bekledik güneş doğdu. Amele geldi. Bakracı katırcı ile gönderdik. Annemlere kızdığımız için eve gitmedik. Öğlen yemeği gelene kadar aç bekledik. Sonra annem ve babaanneme arada sitem eder," bizi o tehlikeli yollardan nasıl gönderdiniz?" derdik.
Fındık vakti gelince insanların huyları değişir. Daha agresif olurlar. Kimse kimseye yardım etmek istemez. Herkes önce kendi fındığının toplanıp kurtulmasını ister. Arkadaşlık akrabalık ikinci planda kalır. Bu benim tespitim. Fındık biter hayat normale döner. İşte annemlerin bu davranışı da "fındık vakti sendromu" idi bence. Başka zaman kızlarını hiç bir yere göndermeyen, gözümüzün içine bakan büyüklerimiz yangından mal kaçırır gibi davrandılar. Bir bakraç için bizi o tehlikeli yolculuğa çıkardılar.
Mekanları cennet olsun. yine de çok güzel günlerdi. Çok mutlu çocuklardık. Doğayla iç içe yaşadık. Şu stresli günlerde bu küçücük anımla sizleri bu üzücü olaylardan biraz uzaklaştırmak istedim. Her şey gönlünüzce olsun. Esen kalın.