1207-1273 tarihleri arasında yaşayan Mevlana Celaleddin-i Rumi, bir Türk-İslam şairi ve mutasavvıfıdır. Şimdiki Afganistan’da bulunan Belh kentinde doğdu. Babası Bahaddin Veled de Belh kentinin ünlü bilginlerindendi. Moğol istilası nedeniyle Bahaddin Veled, ailesi ve yakınlarını alarak 1212 yılında Belh’den ayrıldı ve İran üzerinden Anadolu’ya gelerek Karaman’a yerleşti. Bu arada Moğol istilasından kaçan doğulu bilginler, sanatçılar, İslamiyet’i batıya taşıyan mutasavvıflar, dervişler Konya’ya akıyorlardı. Konya sadece dini bir merkez değil, aynı zamanda sanat ve bilim merkeziydi de. Konya’da o yıllarda her ırk ve dinden insanlar vardı. Kentte Türkçe, Rumca, Farsça ve İbranice konuşuluyor, çeşitli dinlere mensup kişiler, ortak sosyal ve kültürel ilişkiler içinde yaşıyorlardı.
Mevlana’nın babası Bahaddin Veled, vaazları ve dini nasihatleri ile halka kendini sevdirmiş, öte yandan tutarlı kişiliği ile de sarayın saygısını kazanmıştı. 1230 yılında Bahaddin Veled ölünce oğlu Mevlana Celaleddin, babasının bu kültürel görevini üstlendi. Tasavvuf alanında kendisini geliştirdi.
Mevlana’nın temel düşüncesi insandır, sevgidir, dostluktur, yanlışı doğru yapmak, cahili bilgin, inanmayanı inanan, düşmanı dost yapmaktır. O, insanı en yüksek şekilde onurlandırarak, “Daha önce Allah’la olduğunu, ayrıldığını, fakat yine ona döneceğini” söylemektedir.
Bugün Mevlana’nın düşünce sistemi içinde insan topluluklarına en çekici gelenin “hoşgörü” olduğu söylenebilir. Bu belki de o yıllardaki Konya için en olabilecek görüşlerdi. Çünkü o yıllarda Konya’da hemen her dinden gruplar bulunmaktaydı.
Bu denizde ne ölmek var bize,
Bu denizde ne gam, ne dert, ne keder,
Bu deniz, alabildiğine muhabbet
Bu deniz, iyilikten, cömertlikten ibaret.”
Mevlana Celaleddin’i Rumi’nin bu görüşleri genellikle kent kültürünün egemen olduğu şehirlerde benimsendi. Yazdığı eserler Farsça olduğu için kırsal kesimde yaşayan göçebe ve yarı göçebe Türkmenleri bu görüşler fazla ilgilendirmedi.
Çünkü Anadolu halkı o yıllarda Moğol istilası altında inim inim inliyordu. Halkın bu işgaller karşısında tutunacak dalı kalmamıştı. Anadolu büyük bir kaos döneminin içindeydi. Bu zor günlerde Anadolu Ahileri ve Anadolu Bacıları halkla bütünleşmiş, onların derdini dert edinmiş, sıkıntılarını gidermeye çalışıyorlardı. Hâlbuki Mevlana ve yakınları halkın derdiyle ilgilenmek bir yana Moğol işgalcilerine karşı methiler düzmekle meşguldüler.
Mevleviliğin halktan ve özellikle Türkmenlerden kopuk oluşunun sebeplerinden birisi de bu tarikatın insanlardan belli bir düzeyde istediği sanat ve inanç estetiğinin rolü idi. Fakat daha önemli bir sebep vardı ki bunu Türkmenler affetmiyordu. Mevlana daha sağ iken 13. Asır sonunda istilacı Moğollara karşı ailenin gösterdiği siyasi esnekliği Anadolu halkı olumsuz yorumlamıştı. Moğol komutanlarına ve valilerine gösterilen yakınlık, hak verir biçimdeki yaklaşım ve samimiyeti halk affetmemiş, nesilden nesile bu olumsuz tutumu aktarmıştır. Hele Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in Moğol emirleriyle olan ilişkisi ve göçebe Türkmenlere karşı düşmanca tutumunu Konyalılar, Türkmenlere izah edememişlerdir. Bu durum, Mevleviliğin ilerde hangi sınıf ve hangi güçlere dayanacağını gösteren işaretlerdi. Halkla tekke arasındaki yabancılaşma o günlerde başlamıştır.
Mevlana’nın, Selçuklu Devleti’nin büyük veziri Muiniddin Pervane’nin bir sorusu üzerine “Cengiz Han ve ordusu bizim askerimizdir” dediği rivayet edilir. Oğlu Sultan Veled ise, Anadolu’daki Moğol valisine “Beyimiz bizi unutma” nakaratlı kaside yazmış, halka zulmettikleri tarih kitaplarında bile yazılı bazı Moğol komutanlarının sevgi ve yakınlığını kazanmıştı. Türkmenler bu davranışlardan kuşkusuz incinmiştir. Bunun getirdiği kopukluk ve zıtlaşma Mevleviliğin giderek bir “Aristokrasi tarikatı” olmasıyla sosyal çevrede yerine oturmuştur.
Aslında Sünni bir İslam bilgini olan Mevlana, nasıl olurda Moğol istilası sırasında Anadolu Türkmenlerinden tamamen ayrılıp Moğol işgalcilerine methiyeler düzen bir tarikat liderine dönüşmüştür?
Bu konuyu anlamak için bazı tarihi olayları irdelemek gerekir. Her şey Mevlana’nın Şemsi Tebrizi ile 1244 yılında buluşmasıyla tersine dönmüştür. Şems, geçmişte farklı kimliklerle Suriye ve Anadolu topraklarında dolaşmış ve bu sebeple bölgeyi çok iyi bilen birisidir. Ama Mevlana ile buluşması Hazar Denizinin güneyinde bulunan Alamut yönetiminin talimatıyla yapılması istenen bir görev sebebiyle gelişir. Zaten kendisi de bir Alamut prensidir. Alamut yönetiminin Moğol destekli siyasetinin gereği olarak Anadolu’da misyonerlik ama aynı zamanda bir istihbarat faaliyetiyle görevlendirilmiştir.
Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî ile karşılaştıktan sonra halkla tamamen alâkasını kesmiş, medresedeki derslerini ve müridleri irşad işini bir yana bırakıp bütün zamanını Şems ile sohbet ederek geçirmeye başlamış, bu durum müridlerin şeyhlerini kendilerinden ayıran, kim olduğunu bilmedikleri Şems’e karşı kin beslemelerine sebep olmuştur.
Şems’in Anadolu’ya ve elbette Konya’ya geldiği dönemde Anadolu’da Moğol karşıtları ile Moğol yandaşları arasında büyük bir çekişme vardı. Moğol karşıtlarının başını Anadolu Ahilerinin de başı olan Ahi Evran ve etrafında topladığı Türkmenler çekiyordu. Anadolu Türkmenleri, yurtlarını işgale gelen Moğollara karşı korumaya çalışıyorlardı. Bu arada Şemsi Tebrizi de öldürülmüştü. Mevlana’nın kendisine muhalif oğlu Alâeddin Çelebi’nin, babasını etkisi altına aldığına inandığı Şemsi Tebrizi’nin öldürülmesinde payı vardı.
Anadolu Selçuklu Devleti de yıkıldığı için bu karışıklığı olduğu dönemde Moğollar, kendilerine yakın ve sadık gördükleri 4. Kılıçaslan’ı Anadolu Selçuklu Devleti’nin başına getirdiler. 4. Kılıçaslan büyük kuvvetlerle Kırşehir’e yerleşmiş olan Moğol istilasına karşı olan Ahi Evran ve taraftarlarına karşı büyük bir katliama girişti. Bu katliamda Ahi Evran ve binlerce Türkmen öldürüldü. Katliamı yapan Kırşehir valisi Nureddin Caca Bey, aynı zamanda koyu bir Mevlana müridi idi. Bu çatışmalarda babasında farklı düşünen ve Türkmenlerle birlikte hareket eden Mevlana’nın oğlu Alâeddin Çelebi de öldürülenler arasındaydı.
Gerek Mevlana’nın gerekse Şemsi Tebrizi’nin sohbet meclislerinde Moğolların zulmünü ortaya atanlara karşı tavırları sert olmuştur. Onların her ikisi de koyu Moğol taraftarı idiler. Anadolu’daki Moğol zulmünü haklı göstermeye çalışıyorlardı.
İlginçtir, Mevlana’nın Moğollardan yana olan tavrını çocukları ve torunları da sürdürmüştür. Menakıbül Arifin (Ariflerin Menkıbeleri) adlı eserin yazarı Ahmet Eflaki, bununla ilgili bir olayı şöyle anlatır; Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi, Moğolları destekliyordu. Moğollarla mücadele halinde olan Karamanoğulları, Ulu Arif Çelebi’ye niçin kendileri ile olmayıp Moğollardan yana olduklarını sorduklarında “Biz dervişleriz. Bizim nazarımız Allah’ın iradesine bağlıdır. O iktidarı kime verirse biz de onun tarafını tutarız” demiştir.
Tarikatların, çoğu kez gücün ve iktidarın yananda olduğunun en önemli kanıtlarından birisi bu durum olsa gerek.
Mevlana’ya göre Moğollar ve Cengiz Han, Tanrı’nın cezalandırıcılarıdır.
Mevlana, Moğol yandaşlığının mükâfatını para desteği ile alır. Ayrıca Hülagü Han tarafından da Şeyhi’ş Şuyuhu’r Rum (Anadolu Şeyhlerinin Şeyhi) olarak görevlendirilmiştir.
Mevleviliğin müziği, dili, edebiyatı, dansı, seması, sanatı, kasidesi pek ilgilendirmemiştir kırsal kesimde yaşayan göçebe ve yarı göçebe Anadolu Türkmenlerini.
Anadolu Türkmenleri, kendilerine yakın buldukları Yunus Emre’yi, başkentin, sarayların, okumuşların gözdesi Mevlana ile karşılaştırmışlar, kendi dilleriyle konuşan Yunus’u onunla boy ölçüştürmekten çekinmemişlerdir. Mevlana’ya şunu söyletirler Yunus Emre için: “Manevi konakların hangisine vardıysam bu Türkmen kocasının izini önümde buldum, onu geçemedim.”
Yine Türkmenler Yunus’a şunu da söyletmişlerdir Mevlana’ya bir buluşmalarında: “Mesneviyi çok uzun yazmışsın. Ben olsam şu söze sığdırırdım hepsini: Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.”
Aslında Türkmenlerin alaycı tavırlarıdır bu Mevlana için.
Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.