Hayli heyecanlanmıştım AFAD’ın o mesajı telefonuma düştüğünde. İki gün boyunca yoğun kar yağacaktı Ordu’ya…
Kar Ordu’yu, uçsuz bucaksız beyaz bir battaniye gibi masumiyetin rengiyle örtecek, ben de çocukluk anılarımla buluşacaktım yeniden.
Soluğu balkonda alacak, Zaferi Milli Mahallesinin bağrından büyük bir keyifle izleyecektim; sanki yerle buluştuğunda erimekten korkar gibi, havada nazlana nazlanan süzülen kar taneleri. Ama olmadı; yağmur yağdı kar yerine.
Kirlettik, dengesini bozduk, küstürdük doğayı. O da intikam alıyor tabii! Eğer çok özlediyseniz, dağlara tırmanıp buluşun karla, der gibi kentin mahallelerini değil, çevre dağların tepelerini donatıyor beyaz örtüyle.
Oysa çocukluğumuzda kar yağmadan veda etmezdi kış. Ya da bana öyle geliyor, nedense…
Fidangör’den başlayıp Keçiköy’e dek kara bir yılan gibi kıvrılarak Taşbaşı’nı ikiye bölen yolun hemen altındaydı evimiz.
Taşbaşı ve Zaferimilli’deki çoğu ev gibi, bizim de meyve ağaçları ve kan kırmızısı güllerin renk kattığı bir bahçemiz vardı. Mis gibi kokardı kadifemsi kırmızı güller.
Daha çocuktuk, biz de doğaldık her şey gibi. Nerden bilebilirdik, doğallığın veda edeceğini, nasıl düşünebilirdik yıllar sonra vazolara kokmayan donuk güllerin konuk olacağını…
Çocukken dört gözle beklerdik kar yağmasını. Heyecanla yatağımızdan fırlar, sabahın köründe coşkulu çığlıklarla karşılardık mevsimin ilk karını.
Eldivensiz, soğuktan kızarmış çocuk ellerimizle avuçlardık karları. Sabırsız bir heykeltıraş gibi işe koyulur, kocaman bir kardan adam yapardık aceleyle.
Gözleri ve ağzı kömürden, burnu da havuçtan olurdu tabii. Başına şapka takar, boynuna da atkı dolardık…
İlk atışı yapan başlatırdı kartopu savaşını. Yüzümüz, gözümüz, göğsümüz, bedenimizde vurmadık yer bırakmazdı kartopları.
Soğuktan elimiz ve ayağımız donmaya başlayıp, bedenimiz tir tir titrediğinde tutardık evin yolunu. Hissiz ellerimizi ısıtmak için korlaşmış sobanın üzerine uzattığımızda duyduğumuz acıyla anlardık yaptığımızın yanlış olduğunu…
Ağaçlar da sabırsızlıkla beklerdi kar yağmasını. Otoriteye boyun eğmeseler de, saygıyla eğilir, iki büklüm olurlardı dallarına konuk olan karlar yere düşüp incinmesin diye…
Su gibi akıp geçti zaman. Doğa da kirlendi beyinlerimiz de. Ancak çocuk hafızalarımızda sakladığımız anılarımızla yeniden buluşuyoruz geçmişin güzellikleriyle.
Yorum Yazın