Konunun daha iyi anlaşılması bakımından şu iki tanımı tekrar hatırlatmak istiyorum. Tartışmalara konu olan ve Merkez Bankası’nın (MB) düşürdüğü faiz “politika faizidir”.
Politika faizi, MB’nin bankalara bir hafta vadeli ödünç verdiği borcun yıllık faiz oranını ifade eder. Bu faiz oranındaki değişimler, gelecek dönem enflasyonun seyrine ilişkin MB’nin beklentisini yansıtır. Çünkü MB’nin temel amacı fiyat istikrarıdır. Buna karşın, Devlet Tahvili ve Hazine Bono gibi kamunun borçlanma senetlerinin faizine ise “piyasa faizi” denir. Piyasa faizini ise bankalar, başka bir ifadeyle piyasa belirler. Çünkü bu senetler karşılığında devlete ödünç para veren bankalardır. Piyasa; tahvil veya bono faizlerini belirlerken gelecek dönem enflasyon beklentisini dikkate alır. Enflasyonun artma beklentisi var ise tahvil faizleri artar; tersi durumunda da düşer.
Belirtmek gerekir ki, “serbest piyasa ekonomisinin” kurallarının uygulandığı bir ekonomide, ekonominin işleyişi bakımından piyasa faiz oranları politika faiz oranlarına kıyasla çok daha önemlidir. Çünkü ekonominin geleceğine ilişkin genel beklentileri piyasa faiz oranları yansıtır.
Bu bağlamda, piyasa beklentilerinin ne denli önemli olduğuna ilişkin Türkiye’nin önemli bir tecrübesini size aktarayım:
Yaşı benim gibi orta yaşın biraz üzerindekiler 1994 Nisan krizini iyi hatırlayacaklardır. 1994 krizinin temelinde, sürdürülemez boyutlara ulaşan bütçe açıkları ve dış ticaret açıkları önemli bir rol oynamıştır. Krizi tetikleyen sebep ise, dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in masa başında tahvil faizlerini (piyasa faizi) düşürmeye çalışmasıdır. Başka bir ifadeyle, Hazine’nin bütçe açığı değişmemiş iken, borçlanmalarda (tahvil, bono) artık daha az satış yapılıp, piyasa daha düşük faize razı edilmeye çalışılmıştır. Giderek artan bu zorlayıcı tablo, sonunda ihale iptallerine kadar uzanmıştır. Kasım 1993’te 5 ihalenin 2’si, Aralık ayında da 4 ihalenin 2’si iptal edilmiştir. 1994 yılının Ocak-Nisan döneminde de yapılan 20 Hazine ihalesinin 6’sı teklif gelmediği için iptal edilmiştir. Kısaca, devlet piyasadan borç alacakken, piyasa faizlerini yüksek bulmuş ve borçlanmaktan vazgeçmiştir. Bütün bu gelişmeler sonucunda, devlete borç para vermeyen/veremeyen bankaların elindeki TL cinsi para dövize yönelmiş ve kurlarda sert yükselişle birlikte 1994 finansal krizi tetiklenmiştir. 1994 Nisan ayının başlarında yaklaşık 22 bin TL olan dolar kuru 7 Nisan tarihinde 40 bine kadar yükselmiş, ay sonunda ise 32 binli rakamlara gerilemiştir.
Belirtmek gerekir ki, şu anki ekonomik yapı ile 1994 ve hatta 2001 krizindeki ekonomik yapı birbirinden çok farklıdır. Hem 1994 hem de 2001 krizleri öncesinde, Türkiye ekonomisi, çok yüksek düzeylerde kamu açıklarına (bütçe açığına) ve ortalama %70-90 bandında dalgalanan enflasyon oranlarına sahipti. Ayrıca, bankacılık sektörü şu anki gibi “sağlam” değildi ve sistemde birçok “çürük” banka mevcuttu. Ancak, şu anki ekonomik yapıdan önemli bir fark daha vardı: Hem 1994 hem de 2001 krizinden önce TL önemli ölçüde değer kazanmıştı; yani kur artışları düşük kalmıştı. Yaşanan krizlerle birlikte ise TL hızla değer kaybetmişti. Bugünlerde ise, bırakın TL’nin daha önce değer kazanmış olmasını, dolar kuru son beş yıldır neredeyse 4 kat artarak sürekli değer kaybetti (3,5*4=14).
Üst paragraflara istinaden aklınıza şu soru gelebilir: MB’nin politika faizini düşürme ısrarına karşı piyasa faizleri bugünlerde nasıl bir seyir izledi?
Bu yılın Ocak ayında 2 yıllık tahvillerin faiz oranları %14’lerde iken, Kasım ayının ortalarında %17’lere kadar yükselmiş. Aynı tahvilin bugün itibariyle (2 Aralık) faiz oranı ise %21,06 seviyesinde. Yani, MB faiz oranlarını ısrarla düşürmesine rağmen, 2 yıllık tahvilin faiz oranı son on beş gün içinde yaklaşık %20 artmış!
Demek ki, ekonomik koşulları dikkate almadan MB’nin faiz oranlarını ısrarla düşürmesi, ekonomik ortamın veya piyasa beklentilerinin iyileşmesine yol açmayabiliyor. Aksine; döviz kurları, enflasyon oranları ve bütün bu gelişmelerin sonucu olarak da ekonomideki belirsizlik hızla yükselerek piyasa faiz oranlarının (tahvil) %20 oranında artmasına neden olabiliyor. Bu ise, devletin artık daha yüksek maliyetle borçlanması anlamına geliyor.
Son söz: Türkiye’nin bu koşullarında 12 ve 13’lü rakamlarda gezinen dolar fiyatı çok yüksek düzeylerdir ve spekülatif fiyatlandırmayı içerir. Olumlu bir gelişme veya açıklama ile kurların hızla sert bir biçimde geri gelebileceği de hesaba katılmalıdır. Ancak, piyasa koşullarına aykırı politika üretmekte ısrar edilirse, kurların ulaşacağı düzeyi belirlemek hiç de kolay değildir.
Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Ordu Olay Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Olay Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Olay Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Olay Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.