Zamanın behrinde, ülkenin birinde bir kral varmış. Bu kral, çarşıda çok güzel bir kadın görmüş ve de hemen vurulmuş. Araştırılıp, taraştırılmış ve semtin en meşhur ve de çok sevilen, saygı duyulan demircisinin karısı olduğu anlaşılmış.
“Kellesini vuralım demircinin, alalım karısını” demiş, kralın “hınk” deyicileri.
“Yok” demiş kral.
“Demirci seviliyor çok” demiş.
“Başka ve akla uygun bir çare” demiş.
Demiş de demiş, çareyi de kendisi bulmuş yine. Çağırmış demirciyi huzura “şafak vaktine kadar bin çivi yapacaksın demirci “ demiş.
Demirci, bunun imkânsız olduğunu bilse de ses etmemiş dışından ve “sabahın bir sahibi var” der, içinden.
“Sabaha bin çivi hazır olmazsa, alırım karını” der kral ve kışkışlar demirciyi huzurdan.
Gelmiş eve, geçmiş ocağa demirci “bismillah” der, harlar körüğü ve başlar özene bezene çivi yapmaya. Demircinin güzeller güzeli karısı pek içerler kocasının bu özen ve çabasına “aşk olsun “ der, ak yüzüne süzülen iki damla yaşla. “Bunca özen göstermek nedir ki, bu heves nedir ki?” der.
“Sabahın bir sahibi var” der demirci ve özenle yapar çivileri bir bir… Demir örse, çekiç demire yata yata şekil alır demir ve bir bir birikir kralın siparişi ve demircinin ırzının diyeti çiviler.
Şafak sökende yüz çivi ya var ya yoktur yapılmış ve kralın yaveri çalar kapıyı, telaşla.
“Ne kadar çivi yaptınsa ver” der.
“Bin çivi yapamadım” der demirci.
“Önemli değil, kral bu sabah öldü, tabutunu çakmak için çivi lazım” der yaver ve demircinin yüz kadar çivisini alır gider!
Demirci, güzel karısına döner, sevgiyle gülümser ve bilge “sabahın bir sahibi var” der.
SABAHIN BİR SAHİBİ VAR!
Şişli Meydanı’nda üç kız
Biri Çiğdem, biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
20 Eylül 1985 tarihinde ölen Ruhi Su’nun cenazesi çiğdem ve nergisler arasında, kızların türküleriyle uğurlanır. En çok da “Sabahın Bir Sahibi Var” adlı o içli ağıt söylenir, defalarca.
Güpegündüz vurulan üç kız… Şişli Meydanı… Biri Çiğdem, biri Nergis… Ya üçüncüsü?
Çiğdem, Anadolu’nun tamamında yetişebilen kadim kır çiçeğidir. Kış, ne kadar sert, uzun ve çetin olursa olsun, mevsimin ilk çiğdemi açtığında hükmünü yitirmiş demektir. Bir tek çiğdem baş verdi mi güneşe doğru, karakış da dizlerini karnına çekmeye başlar. İşte bu kudretten ötürü Anadolu insanı “çiğdem” koyar kızının adını. İnsan, adıyla yaşar, ölür ve anılır.
Bir de anılardan alır çocuklarımız adlarını işte şimdi anlatacağım “Çiğdem Yıldır” ın hikâyesi de 1977 senesinden sonra kızlarımıza çiğdem adı konulmasının bir diğer haklı sebebidir.
1976-1977 Eğitim Öğretim Dönemi eylül ayında resmen açılsa da üniversitelerdeki siyasi kaos, çatışma ve kavga ortamı resmiyetin fiiliyata geçişine engeldir. “Sağ sol çalışması” gibi oldukça sığ bir zemine oturtulmaya çalışılsa da yaşananlar, esasının hak, hukuk ve adalet arayışıyla zulme, emperyalist sömürüye ve faşizme karşı özgürlük mücadelesi olduğunu, sınıf mücadelesi olduğunu tarih yazıyordu. İlerici, aydın ve devrimciler, özellikle de üniversite gençliği, bir takım karanlık odaların hedefindedir. O karanlık odaklar ki zamanı gelip de 12 Eylül 1980 faşist darbesi ardından, ağababaları ABD’nin “Türkiye’de bizim çocuklar başardı” itirafıyla ifşa olacaktır.
Sistematik saldırılarla insanlar katledilmektedir. Bireysel silahlanma ve kendi kuralını koyup koruyarak yaşamak gibi bir garabet de orta yerdedir. İşsizlik, yoksulluk, yokluk, karaborsa, tefecilik ve ambargoyla ülke can pazarıdır.
“Her şey karşıtıyla vardır” öğretisinden hareketle; baskı, saldırı, katliam varsa, direniş de vardır ve 1977 yılına girildiğinde üniversiteliler kendi önlem ve direniş yöntemleriyle bu ablukayı zayıflatır. “Of” demekle acının bitmeyeceği, bu sömürünün, bu karanlığın yakarmakta kahrolmayacağı toplumun en alt kesimlerinde bile içselleştirilmektedir. Klişe tabir ve jargonlar; toplumsal halk muhalefeti muktedirler aleyhine güçlenmektedir.
Galatasaray Mühendislik Yüksekokulu öğrencileri, Taksim Geziparkı önündeki otobüs durağında bir araya gelip okula toplu hâlde ve önlem alarak gidip gelmeye başlar. Örgütlü ve temkinli güç, puştluğun kâbusudur.
Çiğdem Yıldır, yüksekokulun üçüncü sınıfında, cesur, aydın, güzeller güzeli bir kızdır. Bir sene sonra mühendis çıkacaktır Çiğdem, pozitif bilim okumaktadır ve bilinci bilimle şekillenmektedir. Onlar, Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği!” diye başlayıp da “muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diye cumhuriyeti emanet ettiği o gençliktir! Adını kadim Anadolu çiçeğinden, cesareti Atatürk’ün gösterdiği hedeften almıştır Çiğdem.
Çiğdem, ülkesine çöken karakışı defleyecek iradenin neferidir.
O gün, 28 Nisan 1977 günü, üç kız; Çiğdem, Melike ve Şükran, okuldan grup hâlinde ve belirlenen zamanda değil de işleri olduğu gerekçesiyle erken ve münferit ayrılırlar. Arkadaşları tedirgin olur, arkalarından bakarlar temkinli. Görünürde bir olağanüstülük de yoktur. Kızlar, Şişli Abide-i Hürriyet Durağına doğru yürür, burası Şişli Meydanı’dır. Güpegündüz, Şişli Meydanı’nda çekip de vuracak değiller ya… Beş dakika kadar sonra silah sesi duyarlar, boğuk boğuk!
“Eyvah! “
Kara haber tez duyulur denir ya bir kere daha tecrübeyle tecelli eder!
“Arkadaşları vurdular” haberi, çatık bir kaç gibi, bir kalp krizi gibi düşer okula!
“Arkadaşları vurdular!”
Sahi, arkadaşın öldü mü hiç? Bilir misin o çaresizliği? Düşmanıma dilemem!
Kızlar durakta beklerken 34 TZ 993 plakalı kırmızı bir Anadol’dan yaylım ateşi açılır, güpegündüz. Üç kız vurulur ve düşer yere, biri Çiğdem… Her şey ayan beyan bir faili meçhullükte olur ve tarihe de öylece kalır. Oysa o tarih bilir ki “sabahın bir sahibi var” dır, sorarlar bir gün sorarlar.
Çiğdem Yıldır, Melike Durgun ve Şükran İşler, Şişli Etfal Hastanesi Acil Servisi’ne kaldırıldığında Çiğdem artık kır çiçeklerine yürümüştür. İşte o günden sonra kız çocuklarına Çiğdem adı konulurken, Çiğdem Yıldır’ın eksik ömründen feyz alınır.
Şişli Meydanı’nda üç kızın güpegündüz vurulması, 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nı dolduran beş yüz bin emekçinin üzerine ateş açılıp da 37 kişinin katledilmesinin, akabinde 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi Katliamının belki de eşiğiydi. Sonra Bahçelievler Katliamı, sonra Balgat, sonra Piyangotepe… Eh en nihayet 12 Eylül 1980 faşist darbesi… Ne demişti ABD’li ağababalar “Türkiye’de bizim çocuklar başardı” !
Sahi siz kimdiniz?
Kimdi sizin çocuklar?
Sabahın bir sahibi var, sorarlar bir gün sorarlar.
Ruhi Su, tüm bu katliamların hesabını sanatla soruyordu, zamanı geldiğinde, zamana ve ruha denk bir tonla, tınıyla!
Şişli Meydanı'nda üç kız
Biri Çiğdem, biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün, sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar
Bin dokuz yüz yetmiş yedi
Unutulmaz yılın adı
1 Mayıs bayramı idi
Sorarlar bir gün, sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar
Beş yüz bin emekçi vardık
Taksim Meydanı'na girdik
Öyle bir İstanbul gördük
Sorarlar bir gün, sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar
Al gözlerim seyir eyle
Birin bırak, birin söyle
Bu yeryüzü ilk kez böyle
Bir İstanbul görüyordu
Kucaklayıp sarıyordu
Şişli Meydanı’nda üç kız, biri Çiğdem, biri Nergis… Peki ya üçüncüsü? Peki ya o Nergis?
Şişli Meydanı’nda güpegündüz vurulan üç kızı bilsek de Ruhi Su’ nun “Nergis” dediği ikinci kızın ve adını hiç anmadığı üçüncü kızın sırrı, ustayla birlikte gitti. Bu konuda muhtelif tahmin ve söylemler olsa da ben, Nergis’in, Çiğdem’in hayalleri olduğuna inanmak istiyorum. Üçüncü kıza gelince, adı anılmayan o kız da bu ülkenin geleceği olmalıydı.
İnsan neye inanmak isterse gerçek odur!
Yorum Yazın