Başında bir fötr şapka, sırtında kocaman bir hamal küfesiyle sokağımızdan iki büklüm geçtiğini görünce, önce yoğun bir acıma duygusuyla yüreğim büzülür, sonra ani bir heyecanla büzülen yüreğim şişer, sevinçten zıp zıp zıplardım. Yukarıya, Tabyabaşı’na doğru gidiyorsa küfesinde patates, soğan, şalgam, karalahana türü sebzeler, aşağıya, Fidangör mevkiine doğru gidiyorsa Olukyanı çeşmesinden doldurulmuş plastik su bidonları bulunurdu. Sırtındaki küfeyle başındaki fötr şapka arasında mantıklı bir ilişki kuramaz; buna rağmen hayal gücümü zorlar, kaytan bıyıkları ve yaz kış üzerinden çıkarmadığı bir ceketi olduğuna göre fötr şapka da takmalı diye düşünürdüm. Sadece bizim mahallemizde değil, tüm şehirde çok sevilen, bu hem neşeli hem öfkeli adama büyük küçük herkes Horoz Memet derdi. Adının önüne koyulan sıfatı kullanmadığından dolayı mı, öfkelenince kendisini sakinleştirdiğinden dolayı mı bilmiyorum, babamla Horoz Memet arasında imrenilecek bir dostluk hüküm sürerdi. Hiç unutmam, bir keresinde elezerin biri, her kimse, “Yalı Camisi’nden kilimi Horoz Memet çalmış,” diyerek onu kasten öfkelendirmiş, sakinleştirmek ise, yine babama kalmıştı. Sokağımız boyunca yankılanan o bilindik küfürleri duymazdan gelen babam, küfürlerin sahibini görmezden gelemezdi. “Otur, Memet abi, biraz soluklan!” Oracıkta, babamın uzattığı hasır iskemlede Horoz Memet biraz soluklanacak, havadan sudan birkaç cümlenin ardından ortalık sütliman olacaktı. Ortalık sütliman olunca babam beni kırmazdı; Horoz Memet de babamı... Daha önce de Horoz Memet’in taklit becerilerini uzaktan, belli belirsiz izlemiş; ancak hiçbiri beni o günkü kadar yükseklere zıplatmamıştı. La Fontaine Masalları’ndan çıkmış, nice yollar yürümüş, nice zamanlar tüketmiş, kıssalardan hisseler vermiş, verdiği hisseleri kimseler almamış, çocukluğumun yalnız, yapayalnız kahramanı Horoz Memet, işte şimdi, babamın çekiç seslerinin onun sesiyle kesildiği şu benzersiz anda, karşımda dikiliyordu. Yoğurt bakraçlarının saplarını tutmaktan nasırlaşmış ellerinden birini ibik, ötekini sakal yaptı, sonra Boztepe’nin yemyeşil yamaçlarına doğru başını kaldırdı. Sabah ya da akşam, ne fark ederdi? Nasılsa yeryüzü bir sahneydi. Çıkardığı iki sesten birinin ince ve yuvarlak bir sesli, diğerinin sürekli ve sert bir sessiz olduğunu ise, yıllar geçecek, ben kendi öğrencilerime bizzat öğretecektim. Horoz Memet, babamın; daha doğrusu benim isteğimi yerine getirmiş, dişlerini birbirine değdirmeden dilini damağında uzun uzun titretmeye çoktan başlamıştı:
-Ü ürü üüü! Ü ürü üüü!..
Yorum Yazın